24 Mayıs 2013 Cuma

Uçan Seccade ve Babaannem



Günün sabaha kavuşmasına dakikalar kala biraz müzik dinleyip ardından da uyurum diye düşünüyordum. Son bi’ kahve mi içseydim acaba? Reddedilemeyecek bir teklif sunmuştum kendime. Pazarlığa girmeden kalktığım gibi mutfağın yolunu tuttum. ‘ışık nerde amına koyim?’ diye düğmeyi ararken bi’şeye çarptım. Korktum; çünkü bi insana dokunmuştum. Elim ayağım boşaldı, dizlerimin üzerine çöküverdim oracıkta. Korku filmlerindeki çocuklar gibi dayandım duvar dibine. İlahi bir ses yankılandı koridorda ‘Nİ YABIYON, MANYADIN MI EŞŞEK SIPASI, ÖDÜMÜ GOPARDIN. ALLAH CININI ALMAYA’
İlahi ses babaanneme aitti.
‘Babaanne götümün kapağı fırladı korkudan, asıl sen nabıyon bu saatte, gidip yatsana.’ Diyerek geri püskürttüm.
‘BEYNAMAZ OLMAYAYDIN, NAMAZ VAKTİNİ BİLİRDİN, SEN DE ABDEST ALIRDIN, MENDEBUR ŞEY, GAK GİT BURDAN’ diyerek itti beni koridorda.
Babaanne babaanne değil the punisher bildiğin. Evde bir misyoner, bi Adnan Oktar, bir cübbeli Ahmet gibi yaşam sürdürüyordu. Muhalefet olamıyorduk, çünkü dikta bir rejimi savunuyor ve karşı çıkanlara beddua ederek evden bir şekilde tasfiye ediyordu.
Ses etmeden mutfağa gittim, suyu koydum, kaynamasını beklerken de düşünmeye başladım. ‘lan babaannemden rica etsem eski sevgilime beddua eder mi acaba? Acaba bana geri dönmesini mümkün kılabilir miyiz? Belki büyü yaptırırız. Vodoo büyüsü ama, böyle oyuncağı iğneleyip iğneleyip ızdırabını sikicem. O şekil yani’ derken babaannem ‘ÇIH ŞURDAN ADI BATASICA, SU İÇEÇEM’ dedi. Suyu içtikten sonra içeri abdest almaya, ordan da namaz kılmaya gitti…
Kahvemi alıp odama geldim, sigaramı ateşledim, ardından camı sonuna kadar açtım. kardeşler kıraathanesi gibi kokuyordu odam.
Halil Sezai’den Yangın var’ı açmıştım. Tam nakarat kısmına geldiğimde pencerenin önünden bi’şeyin geçtiğini fark ettim. Çok hızlıydı. Bir yandan korkuyor, bir yandan da o neydi diye bakmak için can atıyordum. Bismillah bismillah diyerek camdan uzattım kafamı.
Babaannem her akşam yemeğinde kendisinin uçtuğunu, bulutlara değdiğini, namazda huzur olduğunu savunuyor, biz de ‘he’ diyip geçiştiriyorduk. Ona inanmadığımızı biliyordu, ama kanıtlamak içinde bir açıklaması olmadı hiçbir zaman. Kendisine peygamber muamelesi yapmamızdan çekiniyordu sanırım. Bilemedim.
Gökyüzüne baktığımda E.T edasıyla seccadesiyle semada süzülüyor, raks ediyordu.
Gözlerimi ovuşturdum, bir daha ovuşturdum, kedi amcığına döndürdüm gözlerimi. Çünkü inanamıyordum. En son yüzümü yıkayıp geldim.
O sırada babaannemin balkona boeing 737 gibi iniş yaptığını, seccadesini katladığını gördüm.
Ürkmüştüm. Koşa koşa balkon kapısına gittim, karşıladım.
‘BABAANNE UÇUYON SEN YA, OHA BABAANNE PEYGAMBER MİSİN SEN, NASIL OLUYO BU vır vır vır…’ kafasını şişirdim kadının.
Gayet cool bir biçimde ‘inandım’ dedi.
Zemin katta oturuyorduk. Babaannemin uyumasını bekledim. Seccadesini alıp uçacaktım. Benim neyim eksikti. Babaannem uyudu, seccadesini alıp bir hışımla balkona çıktım, seccadeyi serdim, üzerine bağdaş kurup beklemeye başladım.
5 dakika.. 10 dakika.. bir şey yok. Bismillah dedim. Yok. Bildiğim tek dua Kevser suresi olduğu için o duayı okudum. Yok. ‘BOZUK MU LAN BU, YOKSA BEN Mİ BOZDUM AMK?’ diye düşündüm, ardından sinirle kaldırıp attım seccadeyi koltuğun üzerine. İçeri girdim uyudum.

Sabah uyandığımda babaannem karşımdaydı, tesbihiyle suratıma vuruyordu. ‘DU BABAANNE NAPIYON’ diye debelendim yatakta. Bu sefer sert bir şekilde tokat attı ve zıplattı beni yatakta. Sinirlenmiştim. ‘GAK KAHVALTI HAZIR’ dedi. Güç bela kalktım yataktan. Masaya geçtim, sonra babaanneme o malum soruyu sordum. ‘BABAANNE SEN NASIL UÇTUN ALLAH AŞKINA, YANİ NASIL Bİ’ŞEY BU, BEN DENEDİM AMA YOK YANİ OLMUYO’
Babaannem biraz ağlamaklı oldu, şefkatle yüzüme baktı ardından kahkahayı patlatarak şu soruyu sordu; ‘ilaçlarını içtin mi?’

29 Nisan 2013 Pazartesi

Özet Geçiyorum


Doğduğumda henüz herhangi bi yaşa mensup değildim. 
Akranlarım yoktu, nasihat kabul edecek yeti ve bünyemde. Çok mu mutluydum bilmiyorum ama ağladığımı söylerler.
Ben mutluluktan ağladığımı düşünüyorum.
Gerçi mutluluktan ağlayan insan gözümde orospu çocuğudur lakin daha bi yaşın içerisinde olmadığım için, bi sıkıntı arz etmiyordu.
Evet ağlamıştım.
Ağlamayarak doğumhanede dehşet saçsamıydım diye hayıflanmıyor da değilim hani.

Ağlamıyorum ve koca koca adamlar ağlamıyorum diye üzülüyorlar, bi düşündüm de ‘vay orospu çocukları’ demekten alıkoyamıyorum kendimi.
Tıp tarihine geçmek gibi kaygılarım olmadı hiç. Zamanında da olmamış.

Velhasıl büyüdük.

Büyüdük de ne oldu diye sordu arkadaşım. ‘pişman olduk’ dedim.
‘niye pişman olduk?’ dedi ardından, ‘yaşlanmak için çok erken olduğunu idrak ettiğimizden’ dedim bende.

Çay demledik.

Çay yaprağı kesmekten elleri nasır tutmuş kadınlar canlandı gözümde. Ardından vira bismillah diyerek sabah ayazında balığa çıkan balıkçılar, gecenin 3’ünde yattığı köhneden, çarşı meydanına gelip ayakkabı boyacılığı yapan kardeşler, demir dövmekten yüzü, gözü is olmuş yaşlı, başlı adamlar, ülkenin dış borçlarının ‘askere bir öğün yemek vermemekle kapanabileceği gerçeği’, akabinde gökyüzünde amaçsızca salınan polenler durdu gözümde.
Sonra ovuşturdum gözlerimi.

Gözlerimi açtığımda çay içiyordum. Dalmışım.

‘aşk da pişmalık be moruk’ dedi arkadaşım, ‘yoo’ diye çıkıştım hemen. 11 yaşında tattığım ilk aşkı unutmuyorum ve unutursam da en adi orospu evladıyım dedim.
Pişmanlıktan öte ‘keşkelerim var benim’
Keşke daha başka olsaydı, 2001 senesinden bu seneye kadar keşke demeseydim keşke.
Bıyık altından gülmeye başladı arkadaşım.
‘hayır lan, ne münasebet, tabii ki özlemiyorum. Hatırlamak özlemek değil ki hem. Ananı sikerim bak. Kinaye yapma bana’

‘tamam tamam’ dedi bıkkın bi surat ifadesi takınarak.

Ya çok uzattım sanırım.
Aslında başından beri şu cümleyi kursaydım, bunların hiç birini okumak zorunda kalmayacaktınız.
Hayatımızın özeti olarak nitelendirebiliriz de bu cümleyi aslında.

‘ağlıyoruz,
Saçmalıklar ve gerçekler arasında seçim yapabilmek için seviyoruz,
Dünyevi şeylerden bıkıyor,
Çay demleyip
Yüzleşiyoruz.
Sonra ne mi oluyor?

Yine ağlıyoruz.’


13 Mart 2013 Çarşamba

Kitap Okuyoz Orospu evladı


Lise zamanlarıydı.
Lise 1 i iki defa okudum ben. Yani okudum dediysem takıldım öyle.
Hiç kitap okuma alışkanlığım yoktu ki; bi de ders kitaplarını açıp okusaydım. Metabolizmam buna izin vermiyordu yani.
Bigün bi arkadaşım; ‘Ozan kitap almaya gidicem, benimle gelir misin?’ diye sordu. ‘Hay kitabını sikeyim’ diyerek, vardık kitapçıya.
O aradığı kitabı bulmaya çalışırken ben de her şeyden bi haber, kitap okumaktan, kültür seviyesini geliştirmekten yoksun, gazeteleri sadece resimlerine bakarak okuyan bi insan edasıyla tavaf ediyordum kitapçıyı.
Alt raflarda dikkatimi bi kitap çekti, böyle afili, hafif kabartmalı, kapağında da tahtta oturan yeşil bi dev vardı. Elime aldım kapağını inceledim, şöyle üstün körü sayfalarını çevirdim.
Arkasına dahi bakmadan; ‘alıyom la bu kitabı’ dedim arkadaşıma.
Şaşırmıştı.
Velhasıl cebimdeki minibüs parası dahil hepsini kitaba verdim.
(Bu arada kitabın adı ‘warcraft:büyük şef’ güzeldir tavsiye ederim.)
‘Hey gidi be, okula gitmek için 5km yol yürücem, boru mu, görüyon dimi lan neyim var neyim yok kitaba verdim’ dedim arkadaşıma.
‘Ya sikerim belanı, ne yürümesi var bende para’ dedi. ‘iyi’ dedim.
Vardık okula.
Hızlı adımlarla geçtim en arka köşedeki yerime. Öğretmenler zili çaldı, ders matematikti. İmkanım olsa bi kaşık suda sikiverecektim zaten o dersi, sevmiyordum. Açtım kapağını okumaya başladım, kafamı kaldırdığımda ders edebiyattı.
O dersi de sevmiyordum, o dersin hocasından ötürü.
Gömüldüm tekrar kitaba.
Kitap okuduğumu gören arkadaşlarım hayretler içinde bakıyor, nereden ne malzeme çıkarsam da bi itlik yapıp dersin huzurunu bozsam diye düşünüyorlardı.
‘lan ozan kendine gel’ dedi yanımdaki. ‘sus sikerim ağzını’ diyerek tekrar gömüldüm kitaba.
‘lan ozan’ dedi yine. ‘ozanının amına koyim, noldu noldu orospu evladı noldu’ dedim.
Kafamı kaldırdığımda edebiyatçı karı başımda dikiliyodu.
Kitabı elimden alıp kafama çarptı. Sövdüm.
Haftada 3 kitabı rahat bitiriyordum.
Bi gün babamın yanına gittim öğle arasında.
‘baba’ dedim. ‘ne parası?’ dedi. ‘kitap’ dedim.
(babamda ben kendimi bildim bileli benim kitap okumamı ister, azcık bilgilenmemi isterdi. Öyleydi yani)
‘oğlum iyi misin amına koyim?’ dedi. ‘ya iyiyim, para ver roman alcam’ dedim. Neyse çıkardı verdi parayı gittim bu sefer de metal fırtınayı aldım.
Tekrar vardım okula, arkadaşlarımı sindirmiştim, artık bana bulaşmıyorlardı. Bigün çok cesurca bi teklifte bulundum, ‘lan size de kitap getireyim mi, yarak gibi oturuyonuz bari roman okuyun, sarar sizi seversiniz’ dedim. İlk afalladılar sonra kabul ettiler.
Velhasıl arka sıra tamamen sessiz ve huzurluydu.
Yalnız hocalar bundan memnun değildi. Ulan rahat bırakın kitap okuyoruz işte amına koduklarım.
Bigün İngilizce hocası gelip tüm kitapları topladı. ‘hocam şimdi kitapları aldınız; konuşsak, tepişip dursak daha mı iyi?’ diye sordum. ‘ders İngilizce, dersi dinliceksiniz’ dedi.
‘kitapları verin bari hocam’ dedim. ‘hayır’ dedi. Orospu evladı vermedi kitapları.
Sonraki gün yeni kitaplarla karşılarındaydık yine.
Ders edebiyattı.
Hoca ağır ağır yaklaşıyordu. Geldi yaslandı duvara, tahtadaki kıza bizi ima ederek ‘kızım biraz sesli anlat da arkadaşların da duysun, öğrensin’ dedi.
Dayanamamıştım, bi anlık hışımla çıkıştım.
‘Hocam öğrenecek olsak dersinize girmeden de öğreniriz, neyin kinayesini yapıyosunuz, istemiyoruz ki dinlemiyoruz’ dedim.
Tüm kitapları toplayıp velimi çağırdı.

Resmen okulda kitap okuyamıyorduk amına koyim. İroninin anasını sikmiş, ölümü bekliyorduk.
Velimi çağırdı falan, bişey olmadı tabi. Babam da biliyordu sevmediğimi. Anlatmıştım ona her şeyi.

İşin sonunda sınıfta kalıp okuldan atıldım. Yani o arka sıranın hepsi atıldı.
Ama hiç bi pişmalığım olmadı.
En azından 4-5 kişiye kitap okuma alışkanlığı kazandırmış, toplum için bi’şeyler yapmıştım.
Gerçi toplumun amına koyim.
Ve en büyük iyiliği de kendime yaptım.
O hocalarımı yolda gördüğüm zaman da selamlarım hep. Gülümseyerek hem de.
‘Orospu çocukları’ der gibi ağzımı yana kaydırarak.

Uzun lafın kısası; ‘Okuyun. Ne olursa’

11 Şubat 2013 Pazartesi

Ölüm Nedir, Nasıl Yapılır?


...
5 yaşındayım. Annem bütün ısrarlarım sonucu salonda, çekyatı açıp yatağımı yapmış ve sütümü elime tutuşturarak uyutmaya çalışıyordu. Hangi kanal olduğunu hatırlamıyorum ama televizyondan gelen sesler içimi okşuyor, eblek bir gülümseme yaratıyordu suratımda. Ekranda Charlie Chaplin vardı, arka fondaki klasik müzikler oynatıyordu onu. Garipti! Kahkaha bile atıyordum penguen gibi yürüyen adama.
Babam birden ‘düşün işte! Adam konuşmadan, zamanında kırmış geçirmiş ortalığı. Böyle bir adam gelmez daha dünyaya’ dedi. Ne demişti ki? ‘nası ya?’ diye geri sordum babama. ‘ne nası?’ dedi.
‘bi daha niye gelmiyo ki? Nereye gitti ki?’ diye sordum bu kez. Babam afalladı. ‘öldü oğlum’ dedi. ‘ölmek ne demek baba?’ diye sordum. Babam, o an benim hayatımı etkileyecek cevabı vereceğini anladı ve şöyle bana bakarak doğruldu.
-oğlum insanlar doğuyor ya hani?
-Ee?
-gerizekalı nasıl doğduğunu biliyo musun? Dedi. Bu sefer de ben afallamıştım. ‘pöff’ diyerek yanıtladım. Ardından, ‘ doğan insanlar, hayvanlar, kocaman olup tekrar küçülmeye başladıklarında toprağa yakınlaşıyolar, sonra o toprağın içine giriyolar. Ortadan kayboluyolar, bi daha da içinden çıkmıyolar’ dedi.
Çok üzücüydü bu. Topraktan nefret edebilirdim, korkabilirdim ömür boyu belki ama babamın ‘yat lan şimdi aşağı, sıçarım babanın çarkına’ demesiyle. Ölümü tatmış, bir daha başımı çıkarmamak üzere yorganın içine sokmuştum.
Sabah güneş doğduğunda da anladım ki ölüm de böyle bir şey olsa gerek!
Charlie Chaplin! Vay bee!
....

Puslu bir kış sabahı. Ne kuşlar ötüyor ne de korna sesleri var sokakta. Zaten sakin olan muhitimiz artık daha bir sessizdi. Dal kıpırdamıyor. Saygı duruşunda doğa ana! Bir matem havası bu.
Bu sessizliği bozan tek şey kanal d’nin son dakika haberi geçen spikeriydi.
Barış manço ölmüştü! Çok iyi hatırlıyorum o görüntüleri. İnsan seli vardı cenazesi arkasında. Saygılı bir sel bu. Yağmur altında binlerce insan. Çok üzücü.
Ellerimi yüzümü yıkamış salona gelmiştim. Bir de ne göreyim annem hüngür hüngür ağlıyor. “Anne noldu?” dedim birden. Annem arada ağlayıp zırlardı, o kadar şok etkisi yaratmamıştı o an.
Ama ardından gözleri kan çanağı olmuş babamı görünce salaklaşmıştım. Oha lan! Babam ağlıyor bildiğin. Anne baba iyi misiniz? Diye sordum. Cevap veremedi ikiside ilk anda. Sonra annem mütemadiyen ağladığından Bişey yok oğlum barış manço öldü dedi.
Yapmam gereken iki şey vardı artık!
Ya barış manço’dan, annemi ve babamı ağlattığı için nefret edecektim ya da her şey bir kenara programlarını, şarkılarını izleyip dinlediğim güzel insanı yad ederek geçirecektim hayatımı.
 Nefret edemedim haliyle babam döverdi o duygu selinin üzerine çünkü.
“Hadi yaaaa karnım acıktııııı” dememle evdeki yas dolu hava dağılarak yerini trt 1 deki bonus kafalı ressama bıraktı. Teşekkürler!

11 Ocak 2013 Cuma

Yaş''AN''mıştır



Sene 2011, aylardan Mart.
Yer: Hatay

Ailemden, sevdiklerimden ve bakkal Hüseyin’den çok uzaklardaydım. Askerliğimin ilk günleriydi. Şafak 450. (Oha amına koyim.)
Sabahın 6sında hemen sağımda yatan Mardinli Keto’nun dürtüşleriyle açtım güne kedi amcığına dönmüş gözlerimi.
‘GAK GAK OZAN GAK LA GAK’
Aslında yarım saat daha yatabilirdim lakin tuvalet o kadar kalabalık oluyordu ki; bi lavaboda 4 kişi tıraş oluyordu, medeniyet hak getire.
Ağır ağır doğruldum ve kağuçuk terliğimi, kundura giymekten büzüşmüş ayaklarıma giydim. Doğru tuvalete.
Henüz 10 günlük askerdik ve ülkenin biçok yerinden, farklı kültürden insanla aynı havayı teneffüs edip eğitim yapıyorduk. Binevi grup seksti.
Deniz görmemiş, eli çatal tutmamış, sigarayı paketinden çıkarıp tütünü tekrar saran her şeyi geçtim Televizyonu ilk defa gören insanlar da vardı.
Tıraşımı olmuş, dişlerimi fırçalayacaktım. Tam o sırada Mustafa dürttü, ‘Arkana baksana lan’ diyerek kıs kıs gülüyordu. Aynadan arkaya doğru baktığımda; pisuvarda ayağını yıkayan Bitlisli Beyto’yu gördüm.
Usulca yanına yaklaşıp;’ALLAH SENİN BELANI GÖTÜNDEN VERSİN İSHAL GÖTÜN VİTAMİNSİZ MAHSÜLÜ, SENİN BEN İLİNİ VİLAYETİNİ SİKEYİM, AMINA KODUMUN UYGARLIKTAN UZAK, TOPRAĞI SİKİLESİCE EVLADI SENİ’ demedim tabi, yaklaştığım gibi hemen yanındaki pisuvara işemeye başladım. İçimden ‘ZAAA XD’ diyordum ama hiç çaktırmıyordum.
‘LA SEN Nİ YABIYON AMONO GOYİM? BURASI AYAH YIKAMA YİRİ’ dedi.
‘Orospu evladı buraya insan işiyo, ne ayağı amına koyim, siktir git buradan eşgalini siktiğim’ diyerek savurdum orospu çocuğunu.
Velhasılı içtimaya geçtik. Sayı alındı ve doğru kahvaltıya, yemekhaneye.
‘UYGUN ADIMMM!! AAARŞŞ!’ komutuyla yemekhaneye yürümeye başladık. Sırayla tabldotları aldık. Ardından osurtmaktan göt çatlatan helvamızı, kibrit kutusunun çeyreği kadar beyaz peyniri, avuç içim kadar pekmezi ve 1(bir) muzu tabldota atıp masaya geçtik.
Pisuvarda ayağını yıkayan Bitlis’li alagavat yine geldi, karşıma oturdu. Tam bitirmiş kalkacakken badim Yiğit dürttü beni. ‘Bak bak napıyo orospu evladı’ diye.
Gördüğüm manzara aynen şu şekildi; ‘Zambiwya maymunu, sanırsın 12 gündür açlıktan midesini kurumuş, üzerine onu sıçmış, almış eline muzu KABUĞUYLA BERABER YİYOR AMINA KOYİM’
Hiç bozuntuya vermeden Yiğit atladı yandan ‘YE MORUK YE, VİTAMİNİ KABUĞUNDA ZATEN’ diye.
Tüm yemekhaneyi bi gülme aldı, biz bozuntuya vermemek için ağır ağır çıktık oradan.
Tekrar içtima alındı.
Talim çavuşu taşak geçtiğimizi nerden anladıysa artık, ördek yürüyüşüyle tüm gün alayı öyle yürüttü bize. Orospu çocuğu.

Yani bu hikayeden anlayacağınız şey; Bişe anlamanıza gerek yok amına koyim, neyini anlıcaksınız, göte biz geldik, siz de gülerek keyfini çıkarın işte.

Hadi eyvolle.