4 Aralık 2011 Pazar

Özetle -Gaddarlık ve Kültür

              Özetle                                                                           2011/Kasım

“Gaddarlık ve Kültür” – Komik mi lan bu?                        perte çıkan voltran


Madem insanlar acımasız, insanlar gaddar, insanlar kötü.. Sen?
Hiç oturup düşündün mü “ben de bi sorun var mı lan acaba?” diye? –he bu arada; dünyada tek oturarak konuşup,düşünen insanlarda biziz he. Kıçımıza çok değer veriyoruz. Hangi pazar malıysa!? Neyse.
Hiç düşünmedin değil mi? –Bende düşünmedim. Aslında kendimde gördüm. Düşünceme, mantığıma  gerek kalmadan cereyan ediyor zaten gözümün önünde. Daha sadesi, her insan gaddarlık konusunda eğitim almış ve bunu mükemmel bir şekilde uygulayabilecek güçtedir. Kimse inkar edemez.
Her Türk Çin işkencesinden en az 2 örnek verebilir.
-bak mesela; “karanlık bir odada eller kollar bağlı, yarım açık bir musluk, “çıp çıp” damlıyor ve o damlalar zamanla beyine kadar iniyor.işkence budur abi!” demeyen adam varsa götümü kesiyorum. Bu kadar meraklı olmamıza rağmen başımıza hala y..rak gelmemesi şaşırtıcı doğrusu.
Aslında bunların temeli cahillikten geçiyor. Bu cahillik, okumakla geçebilecek cahillik değil. Alınan “kültür”.

14-15 yaşlarında ergenliğe yeni girmiş suratında sivilceden başka bir şey olmayan
çocuk;

-Kahveye gidip batak masalarında yancı olup “yenilen adama nasıl hesap geçiririm mantığını” öğrenirse,
-Mahallenin ağabeylerinden karı kız muhabbeti dinleyip, şok, bulvar gazetesini delercesine osbir çekerse,
-Arkadaşları arasında damgalanıp, etiket edilirse,
-Arabesk müziği hayat felsefesi ilan ederse,
-Sevdiği kızdan “hayır” cevabı alırsa,
-Daha 17sine gelmeden sigaraya başlarsa
-Seyrettiği filmlerin %90 ının içinde Burus vils, van dam, arnıl şıvayzeneger vb. geçerse
-D&R a gidip porno film arar ve bulamazsa,
-Google’a “kantır sıtrayk indir” yazıp bulamazsa(ehehe),
-Babasının okula giderken verdiği harçlığı köşedeki bakkala gidip dal sigara almak için harcarsa ve üzerine öğretmenine yakalatırsa,
-Askerlik çağı geldiğinde “Ben vatan kurtarıcam ulaaaa..” diye bağırıp, kanal 7, Samanyolu, kanaltürk’ün ana haberlerini izleyip tetiklenirse,
-Annesinin emekli maaşının ne kadar olduğunu bilmez ve ona rağmen hala para isterse ve annesi bunun üzerine para vermezse,
-Üye olduğu takımın derneğinden çıkıp, döner bıçağıyla futbol maçına giderse,
-Gerçekle, hayali ayırt edemezse,
-Aldığı gazetenin en arka sayfasından okumaya başlarsa,
-Hayatında ilk kez aldığı alkolün etkisiyle eve gidip sağı solu dağıtırsa ve bunun üzerine babasının tecavüzüne uğrarsa,

Bu insan cahil de olur, katil de a.ına koyım.

Suç aranacaksa aile de aranmalı. Gaddarlığın tarihini araştırmadım. Zaten araştırsaydım bu yazıyı yazmazdım amk. Ayrıca incelememe gerek yok. İnsanlar öldü ve devletler kuruldu. Bir gaddarlık söz konusu nihayetinde.  Olay o değil neyse…
İnsanı ne kadar boş bırakırsan o kadar osbir çeker bilader. Bu böyledir. Nası aforizma bee. Ehehe. Dur. Bi Dakka. Eğri oturup doğru konuşalım ve kendimize gelelim öhm.

Defterden, kitaptan bihaber yaşayan insanlar varya hani. Heh işte onların ta a.ına koyım. “ben okuyamadım, ben yapamadım, dövlet bize yardım etmedi” diye bir şey yok. Benim babam da hergün 5km yol yürüyerek okumuş, üniversite kazanmış. O salak mıydı?
Kimse de demiyor ki aga bu nedir?
Cahillik işte a.ına koyım. Yazıya okumakla alakası yok diye başladık, yine okumakla sonuç doğurttuk. Denedik ve yanıldık. İlginç olan bunların kültürle ilgisi olmaması dimi?
Ben ne insanlar gördüm yurtdışına gidip kültür görmüş. Hey gidi. Adam hala eliyle yemek yiyor a.ına koyım.
Siyaset anlayışı da var tabii bunların yanında. Ne empoze edilmişse o. Empoze de değil ki bu. Ne gördüyse o işte.
“babaaa.. kime veriyim oyumu?”
“şuna ver oğlum/kızım” herneyse..
İşte aile. Öyle babanın da ağzına s.çıyım afedersin. Düşünce özgürlüğünden, ideolojiden, mantıktan bahseden insanlar da bunları yapıyorsa, öyle insanlarında a.ına koyım.Eğer ideoloji, karakterini oluşturuyorsa o insanın, “o” ideoloji olmaktan çıkmış, saplantı haline gelmiştir ve sonu hiç iyi değildir.
Ve bir atasözüyle bitiriyorum. Ulan atalarımız da mı böyleydi dedirtmiyor hani!?
(özet)-Katranı kaynatsam olur mu şeker, cinsini si.ktiğim cinsine çeker.
Bitti ya la!

“Anlamadığın şarkıyı ne dinliyon anuğa goyum?" -saçmalığı

“Mantık Ötesi. Bir tez oluşturulsa, insan olmadığı üzerine tartışılır. O derece.”
                                                                                                                                2011/Kasım
“Anlamadığın şarkıyı ne dinliyon anuğa goyum!?”                 perte çıkan voltran


Haklılar mı acaba bu insanlar? Bu insanlar yaptıkları şeyin eleştiri olduğunu biliyorlar mı ki? Bu insanlar “Beatles” a “gafa z.kiyo la bu” derken ne düşünüyorlar?
Ben Müslüm Gürses’in sahneden düşüp, bayılırcasına şarkı söylemesine eğlenenlere laf ettiğimde bana “Duman” la cevap verebilecek kapasitedeler mi bu insanlar?
Bunlar insan mı?
 

I wanna play game..
Make your choise!
Letz play game..

Baştan söylemek isterim ki, “benim müzik kültürüm o kadar da iyi değil ama en azından kaliteyi fark edebilirim” seviyesinde.

Geçen gün başıma gelen hadiseyi anlatmak isterim a dostlar. Hadise geldi Süpermen olsan durduramazsın dedi. Geldi başıma oturdu. Ehehe şaka lan. Neyse öhm.

Bilgisayarın başına oturmuş, Eric Clapton’dan “Tears in heaven” şarkısını dinliyorum. Huşu içinde bir sağa bir sola salınıyor ruhum. Tribe girmişim anlayacağın.
Bunun üzerine yanıma gelen eleman ne dese beğenirsiniz. “Kapa la şunu. Bu ne amk? Gıy gıy gitar mı dinleyeceuk?”

“A be a.ına koduğum. Seninle aynı havayı solumaktan utanıyorum. Şu oksijenin içindeki atom parçacıkları bile utanıyor senin ciğerlerine girmekten.
Hayatında gitar mı gördün öküz?” Diyecektim ki, bana Orhan Bencegay’ın “Batsın bu dünya” şarkısıyla cevap verdi. Sıla Tv nin sesini sonuna kadar açtı. O an anladım ki hata burada!
“Zevklerin tartışma konusu olamayacağında”. Hatta renklerin bile konuşulamayacağına. Çünkü körler! Kör olmasalardı pastel boya yaparken “bu beyaz ne çüküme derman la?” demezlerdi.
Bir başka deyişle neyi, kimi, nasıl konuşacağım ki?
Oturupta “hmm.. bu tondan okumamalıydı bu şarkıyı bence..hömm” falan mı diyeceğim. S.kseler konuşmam. Konuşamam. Çünkü o sıla tv nin herzaman %100 açık bir volume le izlenip dinlendiği bu ülkede, konuşmam.
Al sana popülizmin en basit örneği.
Aga adamın bilmem kaç ekran led tvsi var, gel gelelim sıla tv, flash tv izliyor amk.

Neyse konumuz bu değil.

Konumuz; “Fakir olunca ille de fakir müzik mi dinlenir?” olayı.
Bana ne gülden, silahtan, yaradan, kalpten a.ına koyım. Zaten yaşam standartı düşük olan bir ülkede yaşıyoruz. Bir de bunun üzerine kalkmış, “ahhh gülüm beyaz gülüm, nerelere gittin, nerdesiiiiiin, kapıya kış gelmiş, gelmiyor musun?” –he geliyorum a.ına koyım. hatta anan yanımda. Neyse. Bunları dinleyerek ruhumumu daraltayım yani? Bu mudur olayımız?

“Arabesk müzik değildir.” demiyorum. Sonuçta içinde keman var aga. “Gıy gıy” dimi?
Alırsın rakını, yanına da açarsın bir büyük, mezesi neşet ertaş.. (en azından benim olayım bu.) ulan bu insanlara kalsa cluba, bara gittiklerinde “hey dicey bize dicey akman çaaal” diyecekler. Beyin tasınızı, çenenizin bağını s.keyim emi!
Gören de diyecek “üzerlerine atom bombası düşmüşte o zamanı hatırlıyorlar sürekli”. La bunların bişey de gördükleri yok.
N’oldu anan baban trafik kazasında kolsuz bacaksız mı kaldı? Sevgilin 5 kişiyle mi aldattı? Müebbet hapis mi yedin? Kardeşlerin hayat kadını mı? Ne yani ne a.ına koyım? derdiniz ne lan? Sinirlendim.

Tamam şimdi sakinim.

“anlamadığın şarkıyı ne dinliyon anuğa goyum?” diyen adam! Sen şarkıyı yazan adamı oturup dinledin, iki kadeh içtin, derdine derman olamadın da mı dinliyosun he?
Sorarlar adam. Göt!
Akşam akşam sinirlerimi zıplattınız ya. Kapa lan şu televizyonu da. Mına koduğum. Saçmalama s.ktir git çay koy şimdi. Hadi.

Game Over. U Lose.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Kavuşamamak Sevdiğine


Sene 2005

Aşkım jale’yle olan 1.ayımızdı. mutluluktan havaya uçuyordum. İlk defa birine aşık olmuştum. Bildiğin aşk yaşıyordum yani.

Bir sabah jale aradı;
“bitaneeeeem, günaydın.”
“günaydın bebeğim”
“ortaköy’de bi kahvaltıya ne dersin?” çok güzel bir teklifti. Beni benden almıştı.
“hemen çıkıyorum” diyerek toparlanıp, çıktım evden.

9’da ortaköy’de bir kahvaltı, ordan beşiktaş’ta güzel bir dürüm ardından taksimde içki..
Kömüş gibi yiyor içiyoruz. Hayvan gibiyiz. Gittiğimiz her yeri kurutuyoruz. Hatta bir mekanda ölümüne pul biber kullanmıştım. Hesabı öderken, şefin şu sözlerini unutmuyorum
“pul biberin parasını ver yeter yiğenim.” Dumur olmuştum.

Böyle güzel bir ilişkimiz vardı. Yer, içer yatardık. Mesuttuk ikimizde.
Jale iki tane abiye sahipti. Abi değil çam yarması bildiğin. Vurdum mu adam bayıltırlar. O derece öküzler.

Jale çoğu zaman çıkamazdı dışarıya. ağabeyleri zebani gibi dikilirdi başında kızın. Her buluşmamızda sitem eder, ağlardı. Tek aradığı sevgiydi.
“prangalara vuruyolar beni” demişti bir keresinde. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü.
Buna daha fazla katlanamazdın. Hemen bir şeyler yapmam gerekti.

Jale’yi kaçıracaktım!

Pazartesi gecesi. Saat tam 01:30 da jale’yi kaçırıp, sonraki gün yıldırım nikahı kıyacaktım.
Ağabeyleri memurdu. Pazartesi gecesi yorgun olacaktı, çalışan her insan gibi. Bu bir handikaptı. Kullanmalıydım. Jale’yle konuşup anlaşmıştık.

Tüm evlilik işlemlerini halletmiştim Salı gününe randevu almıştım.

Pazartesi gecesi geldi çattı.
Prison break’te gibi hissediyordum kendimi. Jale’nin camına. 3 kez ışık yakıp söndürdüm. Ardından ufak bir taş attım ve jale camı açtı. Çok zor olmadı lan aslında.
2.kattı. jale “ ip yok çarşaf yok. Ne yapıcaz dedi?”
“atla” dedim birden. Ağzımdan kaçıvermişti. Demez olaydım. Jale’nin gözleri parıldadı.
Taze bok gibi bıraktı kendini üzerime. “lök” oturdu kucağıma. Belim incinmişti. Jale beni sırtladığı gibi doğru arabaya. Ordan da eve.

Jale mutluluktan uçuyordu. Beşiktaş nikah salonuna yarın için randevu almıştım. Jale’ye söylememiştim hangi nikah dairesinde evleneceğimizi.

Gün geldi. Yağmurlu bir gün.
Yağmur inceden don ıslatmaya başlamıştı.

Jale, nikah dairesine yaklaştıkça suratı değişiyor. Bana bişeyler anlatmaya çalışıyordu.
Ben ise ağzını kapatıyor “sus. Sadece akışına” bırak diyerek geçiştiriyordum.

Randevu saati gelmişti. Girdik salona. Oturduk masaya. Jale deli gibi terliyor ve hala konuşmaya çalışıyordu. Ben ise onu susturup mutluluğuma devam ediyordum.

Salon kapısı ağır ağır açıldı. Her şey slow motion dı. İlk bir el göründü kapıdan. Ben ise o yöne bakmamaya çalışıyordum heyecanlıydım. Eblek bir gülümseme vardı suratımda. Jale’ye baktığımda baygınlık geçiriyordu anlam veremiyordum.
Nikah memurunun suratını gördüğümde yaşanan ruh halim anlatılamaz.
“g.tü deldirmek için, bu kadar yolu tepmeseydiniz” dedi nikah memuru. Evet o memur jale’nin abisiydi. kaybedilen sadece g.tüm değil, aynı zamanda erkekliğimdi. Bildiğin s.kecekti beni.

Yaşar usta edasıyla yanıma geldi. Her adımda şekil değiştiriyordu. Dibime geldiğinde ben çok hatim etmiş, rükuya varıyordum. Ve yanımdayken bir pradöterden farksızdı.
Anamı s.kecekti.

En son hatırladığım suratımda bir ağlama ve o koca yumruk.

İyileşmem 6 ay sürdü. Jale’den hala haber alamıyorum. Flash tv ye çıkıp çıkmamayı da düşünmedim değil.

15 Kasım 2011 Salı

Çok Sevgili Kazım


Çok sevgili kazım

Hikayelerimde başrol oynayan adam. Ve bu insanın nasıl bir geçmişi olduğunu şimdi yazacaklarımla anlatmaya çalışacağım.

Mahallemizin “öküz”ü, “trol”ü, “insan azmanı”.. “baş tacı”..
Evlat olsa sevilmez öyle bir tür.

Kazım 83 yılında, annesinin binbir güçlükle doğurduğu insan müsvettesidir. Tam olarak 5 kilo doğdu. Kantarı kırdığı iddaları 2011 yılında bile sürmektedir.
Annesinin onu ahırda doğurması, çocukluğumuz boyunca elimizde hep koz olarak bulundu.
“ben insan değimliyim ulan?” diye sitem edip sorduğunda,
Gayet rahat bir şekilde “haklısın, değilsin kazım” dememize engel teşkil etmiyordu.
Çok ürkütücü bir tip vardı allahsızın. Suratında doğuştan gelen bir iz vardı. Scarface misali dolanıyordu ortalıkta. Kalıplı, iri yarı bir şeydi.
Tanımsızdı. “kim bu?” diye sorduklarında, “insan diyorlar” derdik.

Babası sürekli döverdi kazım’ı. 2 gram beynini de o alırdı her akşam. Bazı günler dışarı çıkamazdı. Çok dayak yerdi. Üzülürdüm haline. Elimden bişey de gelmezdi ki. babası nöbet tutuyordu. Ağzına sıçtımın herifi. Z.kti çocuğun hayatını. Dışarı çıkamamasının sebebi aldığı cezadan değil, yediği dayaklardandı. Sırtı çizik içinde, ağzı yüzü kan revan olduğu günleri bilirim. Çok üzücüydü. Ta ki babasıyla hesaplaşıncaya dek. 

Okul hayatı çok dramatikti. Esaretin bedeli misali yaşıyordu. Çok vukaatı vardı. Öğretmene zıplayıp tekme attığı hala anlatılıyor. Sadistti pezevenk. O yüzden ona camekan bir yer yapıp orda eğitim görmesi için “pilot” öğrenci seçtiler. Türkiye’de bir ilkti. İyi bir şey zannediyordu ama yapacak bir şey yok. Kazım aynı kazım sonuçta.

Çok üzerine giderdik kazım’ın. Aslında onu bu hale getirende bizdik. Onu sevmediğimizi zannederdi ama onu en çok sevenlerden biri bendim. Aşağı mahalleyle başım belaya girdiğinde götümü hep o kollardı. Çıkar ilişkisiydi bu.

Bir gün kazım’ı eve atari oynamaya çağırdım.
“volehohoho leölehehe” vari sesler çıkartarak sevgisini gösteriyordu aslında. Minnetardı bana.
Onu her çağırdığımda, annemin bahçeye özenle diktiği kasımpatıları yolup geliyordu Piç. sevgi gösterecek ya götelek. Annem o gittikten sonra ağzıma sıçıyordu o ayrı bir konu.
Kazım’ın tek oyuncağı vardı. Babasının verdiği bir topaç. Çevirir çevirir izlerdi onu. Eve gelirken onu da getirmişti.
“kazım ver lan ben de çeviriyim.”
“veremem olum, babamın bu. Anamı üzerime katar, ikimizi birden nefes almadan s.ker o derece yani. Yapamam bunu.”
“tamam kazım. Yeter ki halime teyze’ye bişe olmasın. Ben ipiyle oynayayım o zaman.”
Kazım’la o gün. 50 lik yapboz bitirdik. Evet bir gün sürdü. Malum kazım’ın beyin, doğum sırasınada  aktığı için, inekler yemişti.(etinden sütünden yararlanıyorduk dedikleri bu olsa gerek)

Güzel bir arkadaşlığımız vardı.
-rukiye’nin peruğu
-ismet’i bayıltması
-topaç yüzünden, babası tarafından tecavüze uğraması
Ve bunun gibi birsürü hikaye kazandım bu adam sayesinde.

İyi ki varsın kazım.


Bir Erkeğin Aldatılması


Sene 2002
temmuz ayına yeni girmişiz. Öyle bir sıcak var ki. Gözümün irisi terliyor..aynı zamanda retinayla göz kapağım halay çekiyor.
Sevgilim Nurten aradı “canım, ben receplerin evindeyim. Saat 3 gibi yanında olurum.”
Biz kızılcık sopasının ucuyla büyüdük ulan.”receplerdeyim” falan bize ters hani.
“tamam kapat sen, ben seni almaya geliyorum.”
“ama aşkım, yanlış anlıyosun. Bi dk” dıt dıt dıt dııııt.

Arabama atladığım gibi doğru receplerin evine sürdüm. Deli gibi sürüyorum. Raikonen bok yemiş yanımda. Makas atıyorum, kırmızı da geçiyorum falan. “çat” çektim el frenini. Aldığım gibi takozu doğru recep’in evine. Kavga ediyorum resmen kapıyla. “açın ulan açıııın!!!” recep açtı kapıyı. “n’oldu kanka hayırdır ne bu sinir?”
Gırtlağından tuttuğum gibi yapıştırdım portmantoya. Gözlerim kan çanağı resmen. Ellerim, ayaklarım titriyor sinirden. Benim sinirli olduğum kadar da recep altına sıçıyordu eş zamanda.
Bi kelime daha etse geberticektim adamı oracıkta. “ağabeyğğ.. ıyykk..”
“sus lan ibne. Utanmıyomusun lan? Yaptığın erkekliğe sığar mı?”
Yine “ıyyk mıyk” etti. Bıraktım boğazını. Birazda olsa durgunlaşmıştım. Cevap bekliyordum.
“gel abi gel.. ne olduğunu gösteriyim” dedi ağlak bi tavırla. İçeri odaya girdiğimde gördüğüm manzara aynen şu şekildi;
Yemek masası, bana doğru bakan kısımda Nurten ve nurten’e karşı oturmuş tatyana!!
Nurten, tatyana’ya yemek yapmayı, temizlik işlerini öğretiyordu. Tamamen yanlış anlaşılmaydı. Yerin dibine girmiş magma tabakasıyla dertleşiyordum.
“ne bu gürültü, n’oluyor?” dedi Nurten. “ııı hayatım kem küm.. recep özür dilerim! Ben bi hayvanım kusura bakma”.. recep’in götü kalktı tabi ben böyle özür dileyince. Bi triplere büründü. Burnunu çekmeler falan. Bi tokat asılmışım buna dininden vazgeçti pezevenk ve aynı hızla kaçtım evden.(sonra araşıp, konuştuk tabi)

nurten’le güzel bir ilişkimiz vardı. Her şeyi paylaşırdık, derleşirdik, sevişirdik. Klasik sevgiliydik ulan işte.
Nurten’in recep’lere gitmesi sıklaşmış, evde durmaz olmuştu. 1 hafta, 2 hafta.. can sıkıcı hal almıştı. Artık şüphelenmemem için bir sebep yoktu. Nurten beni aldatıyordu!
İyi de ne eksikti bende? Recep’te olupta bende olmayan neydi? Özeleştiri yapıyordum bildiğin. Çok modern bi insan havasına bürünmüştüm. Kendime gelmem için tek resim yetti aslında. Komidinin üzerinde duran “babam ve sopası” beni kendime getirmişti. Ben artık eski ben değildim. Recep’in anasını s.kecektim.
Gecenin 2si nurten telefona cevap vermiyor. Tabii cep telefonu yaygında değil ozamanlar. Evden arıyorum. 1 oldu 2 oldu. “yeter!” dedim. Atladım arabama, çektim Rüstem büfe’nin önüne. Dedim “at ağabeycim ordan 20lik kanyak”.. tekrar girdim arabaya. Bi dikişte içmiştim. Allah’ı arıyordum o dakikadan sonra. Kafam olmuş bi milyon. Biri tutsa kolumdan rus pazarında kelepir mal diye satar. O derece göt olmuşum. Çektim arabayı recep’in evinin önüne. “tak tak tak!” açan yok. “tak tak tak.” Depüğü koyduğum gibi girdim içeri.
Nurten yarı çıplak çıktı karşıma. Çok ateşliydi imansız. Ayak üstü titremiştim.
“Irıspı benle sevişirken böyle giyinmiyodun. Ne oldu lan sana kahpeeee?” diyerek savurdum tokadı. Sonra recep’i aramaya başladım. Kıç kadar evde tırım tırım recep arıyorum a.ına koyım. Yer yarıldı yerin dibine girdi sanki. En son yatak odasına daldım. Gördüğüm manzara çok güzeldi. Fakat anlamsızdı. Tatyana çırılçıplak yatıyor. “ne var örram” edasıyla bana bakıyordu. Nurten geldi ardımdan. “geç otur” dedim tatyana’yı göstererek. “ne lan bu? Recep nerde? Grup mu yapıyosunuz orospular??”
Nurten “ ne diyosun sen ya?” dedi ve demesiyle tokadı yemesi bir oldu.
Tatyana “recep değil burrrda. Sen istiyor recep çıkacaksın kahveye.” Dedi.
Her şey şimdi ortaya çıkmıştı. Güneşi o an görmüştüm. Sevgilim beni nataşanın tekiyle aldatıyordu. Kirlenmiştim. Lezbiyendi. Hangi duvarlara vursaydım başımı? Kim dinleseydi derdimi?

Ceketimi alıp uzaklaştım oradan ve o gün bugündür nurten, brazzersta most viewlerde baş gösteriyor.

14 Kasım 2011 Pazartesi

Gözden Uyku Akma Durumu


Sene 2010
Mart ayının son günü.

Telefon çaldı.
(önceki gün gece saat 04:00 itibariyle uyumuştum.)
Saate baktım. Sabahın 06:00 sı.
Daha gözümde çapak oluşmamıştı lan. Bitkiler fotosentez halindeydi. Üst kattaki nedim abi hala iş üstündeydi. Gün aydınlanmamıştı daha benim için.
Arayan gizem’di. Çıtkırıldım bir tipti. Her bok için arayabilirdi.
“günaydın gizem.”
“Sinan koş, yetiş bi şeyler yap.”
“dur dur. N’oluyo? Nerdesin?”
“ya çabuk geeeel!”
“alo alo..” dıt dıt dıt…

Acilen çıkmam lazımdı evden. Dünya s.kimde değildi fakat gizem’in o telaşlı sesini duyunca birden clark kent kesilmiştim. Yanına gidip onu kurtarmam gerekiyordu.
“ne olabilirdi?”,”yoksa sevgilisini mi öldürdü?”,”yada onu gömmeye yer mi arıyordu?”
Bu paranoyak hallerle kendimi yola vurmuş, bir yandan da kahvemi yudumluyordum.

“Sabah güneşi sidikliye vururmuş.” Lafını somut bir şekilde görecektim birazdan. Güneş gözümün irisiyle fantezi yapıyordu resmen. Güneşliği indirsem de fayda etmiyordu. 0 derecedeydi çünkü. “dayan oğlum Sinan. Dayan” diye kendimi motive ediyor aynı anda da uykuyu unutmaya çalışıyordum.

Evden çıkarken ne elimi yüzümü yıkamış ne de etin suyunu sıkmıştım. “ya Allah bismillah” diyerek çıkmıştım.

Bastım frene. Çektim el frenini. Durdum yolun kenarında verdim odunu çöp tenekesinin arkasına. “belediye çalışıyor. Allah onlardan razı olsun iyi ki koymuşlar konteynırları ehehehe” diye gülüyor, espri yapıyordum. O anda omzuma bir el uzandı.
Bu bir zabıtaydı. Evet artık sıçabilirdim de.
“napıyosun lan sen? Koca herif utanmıyomusun?” diye sordu.
Açıklamam yoktu. “Evden çıkarken niye yapmadın?” dese ne diyecektim?
Üzerimde takım elbise, arabada çanta falan. “taşa sıçıyoruz abi biz.” de diyemezdim.

“günahım neyse çekmeye hazırım.” dedim.
“siktir git.” dedi.
“saol”dedim.

Güzel bir diyalogdu.
Enerjim daha şimdiden tükenmişti.
Tekrar yola koyuldum. 1 km kadar ilerledikten sonra caddeye girdim. “çat” önüme çıkan köpeğe çarpmıştım.
“hay s.kiyim böyle talihin ızdırabını..” diyerek bastım frene. İndim arabadan.
 Bir de  baktım ki Vurduğum köpek terrier cinsi bir şey. Öyle sokak köpeği de değil. Yarım maaşı buna verebilirdim yani. İğrenç kedi gibi bir şeydi.

Sahibi koşarak geldi. “eyvah oğlum şimdi sıçtın!” dedim kendi kendime.
Sahibi de güzeldi hani ilik gibi hatundu. Göz koymadım değil.
“oğlum, hulk, beni duyuyomusuuuuun?” diye seslendi köpeğine. Hala konuşuyordu. Evladı ölen ana gibi feryat ediyordu. “seni kimler aldı bendeeen? Nerelere gittin huuuulk?” diye bağırıyordu karı. O konuştukça ben sinirleniyordum.
“sus s.kicem şimdi bi tarafını” diyerek aldım köpeği doğru arabaya, oradan veterinere. Kadın da benle geldi.
“nası yaparsın bunu he? Nasıl nasıl nasıl?” gidene kadar s.kti kafamı.
“az sus be kadın. N’olur sus. Yazılcaktım vazgeçtim a.ına koyım. Nası bi çenen var ya?” böyle böyle tüm yol boyunca küfürleşerek vardık veterinere.

“parası neyse veriyim de gidiyim” dedim.
Kadın atladı ordan, “öyle varmı ulan? Hem köpeğime vurucaksın hemde kaçıcaksın?”
“sıyırıyım istersen şuraya.” Diye bir teklifte bulundum. Üzerine,
“yürü karakola gidicez” dedi.

Haydaaaaa.

Gittik karakola. İşlemler falan filan. Girdim nezarete.
Bir yandan gizem’i düşünüyorum bir yandan da “ne haldeyim a.ına koyım!?” diyorum.

En iyisi biraz kestirmekti. Taşa yatmıştım sereserpe. 5dk geçmedi yeni elemanlar geldi yanıma. Uyuyabilirsen ne ala. Orada bile dürterler seni.
Bakışarak 6 saat geçirdik adamlarla.

Kadın şikayetini geri almıştı. Artık özgürdüm. Köpeği iyileşecekmiş.
Doğru gizem’in evine.
Bu arada saat olmuş 18:00. 12 saattir dışarıdaydım.
Gizem’in ne derdi varsa kendi çözmüştü bile. Yolda giderken sürekli gözlerimi ovuşturuyor ayakta kalmaya çalışıyordum.
Nihayet vardım eve. Gizem açtı kapıyı. Beni öyle bitkin, perme perişan bir halde görünce,
“n’oldu Sinan?” diye sordu.
“yok bişey. Asıl sana n’oldu? Derdin ne bakiyim?” dedim.
“yaaaa.. Sinan gel göstereyim.” Dedi.

Banyoya götürüyordu beni. Dedim” tamam oğlum. Bu kız cinayet işledi, benden de yardım istiyor”.

Girdik banyoya ne kan var ne ceset?
“n’oluyor lan?” diye sordum.
“sinaan!! Sıcak suyum akmıyor.” Dedi.

5 dakika boyunca yarı açık gözlerle, kırpmadan, ses çıkarmadan, kımıldamadan ona baktım.
“ya Sinan bişe desene. N’oldu?”, dedi.

“ananın a.ı oldu gizem. Ananın a.ı. Sol beyin lobunu s.ktiğimin kızı, beni bunun için mi çağırdın? Telefonun yok mu evini barkını s.ktiğim? arasana bi tesisatçı. 118 diye bişey demi duymadın he ağzına sıçtığııııım.ığaaaaar” , küt diye indirdim tokadı.

Tam arkamı dönmüş evden çıkacakken bayıldım.
Sonraki gün uyandığımda gizem’le koyun koyuna yatıyor, çocuk yapıyorduk.
Utanmıyorum.
Bu kadar olaylar atlatıp sağ kalmamın bedeli de bu olmalıydı.

O gece rüyamda gördüğüm şey;
Nezaretteki pos bıyıklı gay arkadaştı. Çok iğrençti.

13 Kasım 2011 Pazar

Sevgililer Günü Nedir?



14 şubat 2008
Güzel bir şubat sabahı.. hava hafif kasvetli(severim kasvetli havaları) yağmur inceden sürttürüyor. Yavuklum hülya aradı.
h-“bebeeeeeem. Nerdesaaan?”
-“ananınkindeyaaaaam.” Diyemedim tabii.
Ben-“gözlerimi senin sesinle aralamak hayata.. günaydın bitanem.”
h-“ayyy senin o gözlerini yerim”
ben-“hadi kalk gel kahvaltı edelim”
h-“yaa bebişim candan’a uğrayıp öyle gelsem olur muuaa?”
ben-“tamam hayatım. Bende o zamana kadar hazırlarım kahvaltıyı.”

Telefonu kapattı. Geri sayım başlamıştı. Eğer istediği gibi bir masa bulamazsa ırzıma geçer imanımı sikerdi. Ben öyle aristokrat büyümedim ki amına koyım. Ne anlarım masa düzeninden, çatalın, peçetenin nereye konulacağından!
Gelmesine 10dk kala arayacaktı beni. Ben ise her şeyi hazırlamış posta gazetesinin en son sayfasındaki “İsviçreli bilim adamları yine ne bulmuş?” bölümünü okuyordum.
Çayda mis gibi olmuştu be. Ama haspam cıngıllı meyve sularından içiyordu. Rengarenk yapıyordu onları falan.
“İsviçreli bilim adamları yumurtadan nakledilen genle kare yumurta yapacaklarmış.”
Bu haber dikkatimi çekti ve “şöyle sucuklu yumurta olsa da yesek” dedim. Kalktığım gibi çaktım iki yumurtayı. Tereyağı da koydum. Tam bir şölen(benim için).
Gelmesine az kalmıştı. Hülya gelene kadar dumanı gitmezdi yumurtanın. Tekrar gazeteye döndüm. Yine arka sayfada “Karadeniz bölgesinde kuş dili” adlı manşeti gördüm.
Yine bir şeyler çağrıştırdı. “evet evet.. mıhlama. Mıhlama yapmalıydım” koştuğum gibi mutfağa. Erittim peynirleri tereyağını yaktım üzerine.. off yeme de yanında yat. Kapı çaldı.
Gelen hülya idi. “Hayatım arıcaktın hani?” dediğimde. “amaaan sende kaçıncı yüzyıldayız sanki?” dedi. Anlam veremedim. Zekice bir şey söylediğini zannetti sanırım.
Dış kapıdan salona kadar olan koridor toplam 10 adımdı. Birden hülya’nın tereyağına karşı olan alerjisi geldi aklıma. “ananııııı.. şimdi sıçtın oğlum. Boku yediğinin resmidir.” Hülya sanki slow motion yürüyordu koridorda. Birinci adım ikinci adım. Bende arkada omuzları devrik, gözleri karşı pencereye bakan mazlum bir adam. Şiir gibiydi şimdilik her şey. 3 adım sonra tereyağı kokusuyla beraber gelecek olan bağrışma agatha christie romanlarından farksız kılacaktı şimdiki “ben”i.

Tick tock tick tock
“hayııııııııırrr.. kusucam evet.. evet kusucam böğğğğğğğrk”. Kendini sağa sola vuruyor, önüne geleni yere fırlatıyordu.
Evet bu bir Vietnam savaşıydı. Ben o klişe fotoğraftaki, tankın önünde duran adam!
“Allah senin belanı vermesin Sinan tağammmıııı!?” dedi hülya üzerime gelerek. Gremlin gibiydi tipsiz iğrenç bişey olmuştu kusa kusa. Bir an insan olduğumu unutmuş. Gururumun olduğunu hatırlamıştım. Erkekliğimi göstermem gerekti! Hem evim mahvolmuştu hem de gremlin bir sevgilim vardı. Buna katlanamazdım.
“cevap be adi herif. Alerjimin olduğunu bilmiyomusun he? Pislik!!”
Sakin değildim. Evin a.ına koymuştu çünkü. Daha da kötüsü baba yadigarı kameramı kırmıştı.
Odunum vardı kilerde. Evet bildiğin odun. Koşarak aldım odunu ve ardından banyoya yöneldim. Bir güzel ıslattım odunu. “the punisher” gibi dikildim karşısına. Göz bebekleri büyüdü hülya’nın “bokunu yiyim Sinan. Bokunu yiyim yapma”
“ona da alerjin vardır senin mını z.ktimin yosması. Hayatımı siktin hayatımı. İki kuruşluk keyfim var burada lan. Götümden kan aldın yıllarca. Senin yüzünden tereyağına hasret kaldım. Annemin köyden yolladığı tereyağlarını heykel yapmak için kullanıyorum. Zarureten sanat edindim lan senin yüzünden. Iğaaaarrrr” diyerek ıslak odunu geçirdim başına.
Hülya ölmüştü. Amele sümüğü gibi yapışmıştı laminant parkeye. Jilet paklardı onu artık.
Nedim abi geldi gürültüye. “Bu ne lan? Noluyo burada?” diyerek bir güzel o da kustu salonun ortasına. Onu da öldürdüm. Şimdi hapisteyim ve öğrendiğim tek şey şu oldu yaşananlardan sonra.

13 şubat gecesi kafamı doğuya vererek yatıcam ki
Sevgililer gününe ilk kafam girsin.

İki Aşk Arasında Kalmak


Sene 1994
Yine güzel bir bahar sabahı. Annemin stabil ses tonuyla gözlerimi açtım. “geç kalıyosun. Geç kalıyosun. Geç kalıyosun.”
İlkokul 5.sınıftayım. pazartesi sendromu yaşıyordum. İlk ders matematikti ve bende herkes gibi haz etmezdim o dersten. Minibüs geldi, arkadan bir öğrenci uzattım. Ayaktaydım. İsyan çıkarmama ramak kalmıştı. Arka camla cinsel ilişkiden öte fantezi yapıyorduk çünkü. Bir de aşkım Sümeyye vardı. İsim-fizik uyumsuzluğu vardı ama ilik gibi kızdı be. Hiç pas vermiyordu. Kuzenim rıfkı’dan aldığım taktiklerle kızı tavlayacaktım. Bugünün önceliği buydu. İlk ders bitti ve Sümeyye’nin yanına doğru gittim. Oturuyordu masumca. Güzel bir kadir inanır bakışı atarak dedim ki, “kalemtıraşını alabilirmiyim moncher?” götüme baktığımda tavanda dolanıyordu. Aldığım gibi kalemtıraşı, sınıfın köşesindeki çöp kutusunun başına dikildim. Sıra arkadaşım geldi hemen “oluuum ne dedin lan kıza öyle monşer falan?”
“bilmiyorum lan Rıfkı abim söyledi valla. Böyle söyleyince “kızlar çok seviniyomuş,seviyomuş”, dedi”. Dedim. Sümeyyenin boklu kankası Fatma geldi. “laf etti balkabağı” diyerek uzaklaştı yanımdan.
Ne demek istemişti şimdi? Kötü bişemi balkabağı? Biri beni aydınlatmalı. Hemen sıra arkadaşım duruma el koydu. “olum bak. Hani rapunzel varya. Heh onun arabası vardı. Şimdi saat 12 olunca o balkabağı prense dönüşüp yedi cücelerle beraber presesi şeediyomuş. Bunu kastetti bence.” Dedi. “saol lan Hamdi. Büyüksün sen olmasan varya. Hey gidi..”
O günün sonunda neşeyle eve dönüyordum. Siyah beyaz filmlerdeki gibi suluğumu, beslenme çantamı bir ileri bir geri savuruyor, topuklarımı birbirine vuruyordum. Bu neşeyle girmişken mahalleye karşıma bıyıklı gamze çıktı. Deli gibi aşıktı bana. Ben her geçişimde bıyıklarını buruyordu. Pisti ıyy. Neyse bana doğru yürümeye başladı. Ben “anneeee” diye bağırsammı diye düşünürken sokuldu dibime kadar. “ne haber fıstık?” diyerek beni benden almıştı. Aslında midem bulanmadı değil. Fakat gözleri çok güzeldi. [bkz:yiğidi öldür hakkını yeme] masmaviydi. Deniz gibi bak bak bitmiyordu. Biraz titrek bir sesle “iyiyim apla” dedim ve koşarak eve girdim. 2 saat sonra Rıfkı geldi. “vay koç yumurtası ne haber?” dedi. “iyi abi, süper. Söylediğin taktikleri uyguladım. Kız galiba hasta oldu bana”. Diyerek bir bardak suyu shotladım. Heycanlıydım. “he abi birde şu konu var ki. Kem küm ıyk mıyk” tokadı bi patlattı enseme. “söylesene lan hıyar ağası noldu?”. “bıyıklı gamze benim önümü kesti. Galiba bana verecek.” Bunun üzerine Rıfkı’nın suratında pis bir gülümseme gördüm. “efferim kereta. O da dursun bir köşede” Dallas dizisine dönmüştü hayatım 1 gün içinde. Ne yapacağımı biliyordum aslında...

Güzel bir Salı sabahı..
Sümeyye yine köşede oturuyor. Sıra arkadaşım hamdi’de yanımda. “olum Hamdi ben bu kıza açılıcam, fazla uzatmanın anlamı yok” dedim. “büyüksün sen aslansın sen” nidalarıyla kendimi sümeyye’nin yanında buldum. Şöyle ters, aşağılayıcı bir bakış attı “nörüyon balkabağı?” dedi. Bende gayet mağrur “iyiyim prensesim sen nasılsın?” Sümeyye ambale oldu bu cümlemin üzerine. Kızardı, ezildi, büzüldü. Sevmişti sanırım. “prenses” kelimesinin bu kadar tesir edeceğini düşünmemiştim doğrusu. “seni yanlış tanımışım, biliyorum benden hoşlanıyorsun ve bende bundan sonra boş değilim sana karşı” dedi. Bir an düşündüm “boş değilim ne demek a.ına koyım?”sonra anladım tabii. “Seviyeli ilişki” dedikleri şeyi yaşıyorduk artık. Sadece el ele tutuşuyor. Beslenme çantalarımızı beraber açıyorduk. O gün çok güzeldi. Mutluydum. Ta ki mahalleye girene kadar. Yine karşımda gamze vardı. Yani o olması lazımdı. 100 metre uzaklıktan gördüğüm kadarıyla gamzeydi. 70 metrede angelina jolie olmuş. 50 metrede charlize theron 30 metrede filiz akın 1 metrede çirkin betty’nin evrim geçirmiş hali. Artık dini inancımın yerine oturmaması gibi bir olasılık kalmamıştı. Bu bir mucizeydi çünkü. O bıyıklı, iğrenç, pis gamze yerinde yeller esiyordu. Bıyığını, kaşlarını aldırmış, mini eteğini çekmiş tam bir “lolita” olmuştu. İtiraf ediyorum, istemsiz ereksiyona ilk ozaman geçmiştim. “ne haber fıstık” dedi yine. Afallamıştım. “iiiiiiiiiiyiiim” geviş getirerek “andımız” ı okuyan öğrenciler gibi cevap verdim. “bu akşam bize gelsene, babam yeni kaset almış, atari oynarız” dedim. Çok cesurca bir teklifti. Sümeyye aklıma bile gelmiyordu. Kabul etti. Hiç ikilemedi bile. O akşam annemin yaptığı elmalı kurabiyeler ve cappy-sun eşliğinde atari oynadık. Evine bırakırken bir buse kondurdu yanağıma. Zafer benimdi. Fakat yarın “Sümeyye’ye karşı nasıl tavır sergileyecektim? Nasıl yüzüne bakacaktım?
Hem sümeyye’yi hem gamze’yi nasıl sevebilirdim?” bu sorular aklımı kurcalarken uyuyakalmışım. O gün Sümeyye okulda değildi. Çok üzgündüm. Sevdiceğimi görememiştim çünkü. Mahallenin girişinde yine gamze duruyordu. Gözlerim gülüyordu adeta. Koşarak yanına gittim. Kulağımda bir ses duydum “aşkııııııım!” bu.. bu.. bu sümeyye’nin sesiydi. Yolun ortasında durmuştum. Arkamı döndüğümde sümeyye’yi gördüm. Evime, yanıma gelmiş, beni ziyaret etmek istemişti. Çok büyük çıkmazdaydım. film sahnesi gibiydi o an hayatım. Mcgyver edasıyla sıyrılmalıydım bu işten “ama nasıl?”. Bunları düşünürken sert bir fren sesi. “güüüm” sümeyye’nin boku çıkmış yere akan sağ gözüyle gamze’ye bakıyordu. Yine bir fren sesi daha “güüüm” bu sefer gamze’ydi ölen. O da yanıma uçtu. Bir tarafta gamze bir tarafta Sümeyye yatıyordu. Ve kulağımda arabesk müzikler.
İki aşk arasında kalmıştım. Birinin akan sağ gözü birin çıkan beyni. Seç beğen al.
O günden sonra kasap olmaya karar verdim.

12 Kasım 2011 Cumartesi

İnsanlıktan Çıkmak


Sene 99.
12 mart saat:13:38
 Günlük güneşlik bir hava. kuşlar böcekler ötüşüyor,sevişiyorlar.
Huzur içindeyim resmen.
baharın gelmesiyle gözümdeki kronik rahatsızlık baş göstermişti.
Toza,polene,güneşe,ota,boka her şeye alerjim vardı.eğer bunlardan biri gözüme değecek olursa yandığımın resmidir.3 saat boyunca açamazdım gözümü.ovuştura ovuştura kedi amcığına döndürürdüm orayı çünkü.
Kapı çaldı.gelen mahmut’tu. ”lan olum nerdesin hadi top oynıcaz daha” dedi.
“tamam lan patlama” diyerek giydim ayakkabılarımı ve aynı hızla çıktım sokağa.
İkişer taştan kaleler kuruldu ve maç başladı.
Mahallede öküz kazım vardı bizim. bildiğin öküzdü ahırdan çıkmazdı hayvan herif
[bkz:üzüm üzüme baka baka]önüne geleni deviriyor ortalığın anasını z.kiyordu.
Az kağuçuk topumuz patlamadı o hayvanın yüzünden.
Bir de ismet vardı.çok mülayimdi.hep eblek bi gülümsemeyle dolanırdı ortalıkta.
Omuzlarını devirir “pas verirmisin abi?” derdi.
Mahmut’un attığı pası kontrol ettim.ismet bizim takımdaydı topu ona atıp ileri gitmem lazımdı.birden kazım beliriverdi önümde istemsiz dine bağlanmıştım “eşhedüenlaaaa” diyerek attım topu.ne olduysa o andan itibaren oldu. Topu alan ismet hala aptal aptal gülüyor ve üzerine gelen dev kütleye(kazım’a) bakıyordu. Kazım tepiği koyduğu gibi ismet yapıştı iki seksen yere. Benim sinirler tavan yaptı “noluyo lan foyül var orda görmüyon mu adamı hayvan?” dedim. Kazım artık eski kazım değildi.sıyırdı maskesini ve godzilla artık karşımdaydı.yumruğu koyduğu gibi ismetin yanına yolladı beni.kendime gelip ayağa kalkığımda sağ gözüme geldiğini fark ettim yumruğun. “seni babama dicem ulan piç kurusu” diyerek kaçmaya başladım. Kazım o kağuçuk topa nasıl vurduysa, nasıl bir iman gücüne sahipse ibnenin evladı sol gözümden mıhladı beni, bu lafımın üzerine.
Artık iki gözümde kördü. Al pacino’nun kadın kokusunda başrol oyuncusu gibi hissediyordum kendimi.çocuklar göremediğimi anladılar ki “eyvah” varii sesler çıkartıyorlardı. “hii, amanın, abooov”..
O koca öküz, kazım kaçmaya başladı.puslu görüyordum sağa sola yalpaladım ilkin ardından kazım’ın sırtına bi yapıştım. Dedim “sen misin beni yakan!” “–ver Allah ver ver Allah ver!” diyemedim tabii ki. Kazım tuttuğu gibi yapıştırdı beni kaldırıma “ziktir lan” diyerek.
İnsanlıktan çıkmıştım. Gözlerim görmüyor, ayaklarım tutmuyor, belim kriko gibi bir aşağı bir yukarı sallanıyordu. Sinir katsayım artmıştı.
Tek çare buzdu o saatten sonra. 

Kızıl Saç Takıntısı



Sene 1994
Yağmurlu bir ekim akşamı. El kadar bebe olmama rağmen, şiir yazasım geliyordu. dertlenip kendimi süte vuruyorum falan. Karşı komşumuzun kızı olan Rukiye o gün bizdeydi.
Çok severdik birbirimizi. Kardeş demiyelim de. Dost da değil aslında. Evet seviyordum ulan.
Fakat bunu ona söyleyemiyordum. Oyun hamurlarıyla oynuyorduk, lego yapıyorduk. Atari oynuyorduk. Her şey gayet güzeldi. Ona açılmamam için bir sebep yoktu. rukiye Saat 18:00 ı gösterdiğinde, Kül kedisi misali paldır küldür çıktı evden. Rukiye’nin bu, sert çıkışını gören babam, Birden üzerime gelmeye başladı.
“ne yaptın  lan kıza eşşoleşşek?”.. babam sinirlenmişti. Onun bana doğru attığı her adımda, ben bir parmak boyunda koyun misali sıçıyordum. Derimi yüzecekti kesin. Karşı karşıya gelmiştik. Biraz düşük bir ses tonuyla “az medeni ol ayı, kız kaçar tabi. “
Babamın bu söyledikleri şok etkisi yarattı. Normalde kızılcık sopasıyla imanımı s.kmesi gerekiyordu.

Rukiye 1.50 boyunca, alımlı mı alımlı, ela gözleri ve kıpkızıl saçıyla mahallenin tozunu attırıp diğer kızların dibini düşüren bir tipti. Geçtiği her sokakta çocukların salyasını akıtıyor,yerlere düşüyorlardı. Rukiye yüzünden hepsi köpek muamelesi görüyordu mahallede. Annemin kazım’a mama verdiğini hatırlarım. Neyse.
Ben o kadar yüz vermezdim. “bilmem!?” belki de bu yönümü sevmişti Rukiye. Kadir inanır tarzı seviyordu sanırım. “evet oğlum! Bu yolda devam et!” diye kendimi gazlıyordum.

Yine yağmurlu bir cumartesi sabahı. Rukiye o kızıl saçlarıyla dışarı çıkmış, bakkala yumiyum almaya gidiyordu. Koşarak çıktım ardından. Ben ısmarlayacaktım çünkü. Rukiye beni gördüğünde suratı değişti. Tosardı, yüzünü buruşturdu. Muşmula gibi bişe olmuştu.
“Seni sevdiğimi mi düşünüyosun he? Aptal şey, gitte kibritten ev yap sen. Pis ıyy” diyerek beni aşağılamıştı. Moralim çok bozulmuştu. Yer gök ağlıyordu halime. Melekler bile ağlıyordu. Bu efsane gibi bir ruh hali yaşarken,
Mahalledeki “öküz kazım” dan bahsetmiştim [bkz: insanlıktan çıkmak]. O çıktı karşımıza,
Göz bebeklerim büyümüştü. Çok sevinçliydim. Hain bir plan peşindeydim.
Çağırdım hemen kazım’ı.
“kazım olum koş lan koş. Bişe dicem sana!”
Kazım’ın koşuşu görmeniz lazımdı. “ığaaaarrr” diyerek bağırıyor. Mahalledeki tüm konu komşuyu tepemize topluyordu. Savaş vardı sanki a.ına koyım. Gladyatör gibi imansız. Mahallede ne kadar kedi köpek var hepsini boğarak öldürmüştü.”allah’ı olan z.ksin beni.. kankam beni çağırıyoooor” diyerek geldi yanıma.
“kazım biliyomusun anlam veremiyorum bazen sana. Hatta sana komple anlam veremiyorum. Sen git yeniden doğ.”
Kazım gülüyordu. Çok geçmeden planı anlatmaya başladım. Rukiye’yi seven tek ben değildim. Bizim ayı’da seviyordu onu. Hemde “öküz” gibi.
“plan şu kazım, fısfısfısısıfısfısfsf…” her şeyi anlatmıştım. Kazım “okay”i verdi.

Artık geriye kalan tek şey beklemekti. Eve girdim. Mahalleye bakan camın yanına oturdum.
“o kızıl saçlarına doyamadım gülüüüm” varii düşüncelere dalmış gidiyordum.
Sokağın başında Rukiye göründü. Güneş batmak üzereydi. Kazım casio saatini kontrol etti ve start başladı.
“Allah Allah” nidalarıyla rukiye’ye doğru koşuyordu. Bunu gören Rukiye cebindeki gözlüğünü çıkarmış kazım’ı bekliyordu. O zamanlarda yaygın olan tek şey “gözlüklü insana vurulmaz, vurursan hapis yatarsın” safsatasıydı. Kazım gözlük dinler mi?
O koca elini gerdirerek yapıştırdı rukiye’nin suratına. Hayvan herif s.kti kızın anasını.
Rukiye bayılmıştı. Plan güzel işliyordu.
Kazım tuttuğu gibi rukiye’nin saçları tam sürükleyecekti ki.. saçları elinde kaldı. Evet Rukiye bunca yıldır annesinin peruğuyla bizi yemiş. Kazım aptallaşmıştı. Trol gibi bakıyordu sağına soluna. Çöktü dizlerinin üzerine. Saçları kokladı ve şu cümlelerle son buldu her şey
“rukiyeeee, seni sevdiydim. Kızıl saçlarını sevdiydim. Seni sevecektim. Beni sevmedin rukiyee”..

Çok duyguluydu. Ağlıyordum. Çok sürmedi. Kazım geldi ataride  mario’yu oynayıp prensesi kurtardık. Televizyonun tüpü azaldığından prensesin saçı kızıldı. Bizi cezbeden hep bu olmuştu.