2 Aralık 2014 Salı

Sarışın kız, Balık Kraker ve Minibüs

Öncelikle tekrar merhaba. Yıl olmuş görüşmeyeli. Sanıldığının aksine abidik gubidik bi hikayeyle devam edeceğim kaldığım yerden. Konuyla alakası yok ama grip falan olursanız ballı kış çayı için.
Geçen gece tam uykuyla uyanıklık arasındaki o beynin en çok çalıştığını sandığımız (Bence öyle) anda bi anımı hatırladım. Anıdan çok bi kadını. Sizlere ondan bahsedeceğim.

Selamın aleyküm. Tam tarihi hatırlamıyorum ama okula henüz başladığım vakitlerdi. Kırtasiye malzemelerini annemin aldığı, annemin hem anne hem de lojistik destek müdürü olduğu, şeker yalamanın yavaş yavaş bittiği dönemler.  Annemin hala elimden tuttuğu, okula onsuz gitmediğim zamanlar. Evet tam olarak o dönemler.

Birgün cesaretimi toplayıp ‘tek gitçem ben okula’ dedim babam çayını yudumlayıp, annem elmayı soyarken. Evde bir western çalısı yuvarlanmadığı kalmıştı. Derin sessizlikten sonra babam ‘iyi’ dedi.
Olley be diye sevinirken annem ‘ben atarım seni minibüse’ dedi. Pek üzerinde durmadım, sonuç olarak tek başına seyahat edecektim.
Sabah oldu.
Hava tam tabiriyle yetimi gözünden sikiyor. Öyle bir soğuk. Sanırsın sivasın dağlarındayız. İstanbul işte. İçime atlet üzerine ince uzun kollu sikimsonik bi içlik onun üzerine boğazlı kazak, onun üzerine önlük, onun üzerine özenle ütülenmiş yakalık, onun üzerine hırka, onun üzerine denizdeki duba gibi görünmemi sağlayan bir mont.
Annem beni askere uğurlar gibi el sallaya sallaya bindirdi minibüse. Nasıl sıkışık. Boyum yaşıma oranla normal olduğu için sürekli bi göt darbesi yiyorum sağdan soldan. Sağa gidiyorum göt, sola gidiyorum göt. Onlar bana vurdukça bende onlara kafa atıyodum. 
5-10 dakika sonra boşaldı gibi oldu minibüs. Koltukları görmeye başlamıştım yavaş yavaş. Sonra arkaya doğru bi adım atıp boş yer görme umuduyla sansar gibi kaldırdım başımı. YÜCE RABBİM BU NE BÖYLE dedim içimden. Cam kenarında sarışın, şimdilerde kate uptonla kıyaslayabileceğim bi güzellik. Kendime geldiğimde ‘hemen ilişmem lazım’ hissi kapladı içimi. Napsam ne etsem diye düşünürken bi baktım yanında kimse oturmuyor. Kız o kadar güzel ki kimse yakıştıramıyor kıza kendini zaar. O zamandan kaldı sanırım benim bu gereksiz özgüvenim. Götleri yara yara kızın yanına vardım. Darbe yemekten kıpkırmızı olmuştu suratım. Sırtımdaki çantayı düzeltmeye çalışırken eliyle birden bana doğru uzanıp çantayı aldı kucağına, ‘gel bakalım’ dedi. Dedim ‘BİR DAHA SÖYLE’
Eblek eblek gülümsüyodum kıza bakıp, ‘teşekkür ederim’ diyebildim sadece. İçimde kopan fırtınalar destan yazardı muhakkak. Kelime haznem o kadardı. Bi de rica ederim’i öğrenmiştim o zamanlar.
Okulda öğretmenler odasına çay götürürken öğretmenler teşekkür ediyor ben de bişey değil diyordum. Sonra yan sınıfın öğretmeni biri sana teşekkür ettiğinde ‘rica ederim’ deyip gülümse dedi. O günden sonra öğrenmiştim onu da. Neyse.
Kızla yan yana otururken bişey söylemem gerektiğini düşündüm, camdan dışarı bakıyordu. O bakarken suratını inceledim. O zamanlar bişey ifade etmiyor ama geçen gün hatırlayınca epey güzelmiş diyorum. Çıkık elmacık kemikleri, yerinde sade bi makyaj, sarı saçlar, hafif çekik gözler, düğme gibi burun, kahve fincanı gibi ağzı. (neşet ertaş’a tasfir için teşekkürler, hürmetler) velhasıl ‘şey ben alim mi çantamı ağırdır o, çok ders varda bugün’ derken buldum kendimi.
‘naptın olm sen’ dedim, pişman olmuştum, yerin dibine girmiştim. Ne demek ağırdır lan ne demek ağırdır aciz mi o taşıyamaz mı, hakaret mi ettin naptın sen şimdi diye iç dünyamda savaşırken ‘yok iyi böyle’ deyip makas aldı yanağımdan.
Kulağımda ANNIE ARE U OKAY? Diyordu micheal jackson. Hangi cennetin hangi asma katındaydım, hangi üzüm yaprağı düşüyordu parmak uçlarıma, hangi şarabın alamadığım tadıydı.
Yanaklarım kıpkırmızı oldu. Utancımdan koltukta kağıt gibi süzülüp yere yuvarlancaktım. ‘ehe’ diyebildim ama sadece. Okul durağı gelince ‘ben geldim teşkür ederim’ deyip indim minibüsten.
Tam bir öküz gibi. İnsan bi elveda derdi. ‘keşke bi güle güle deseydin’ dedim kendi kendime. O zamanların da ilk keşkesidir bu.
Onu gördükten sonra ne ders dinliyordum ne adam akıllı bişey yiyip içebiliyordum.
Bir daha onu görür müyüm umuduyla bindim hep minibüse. Hep aynı saatte çıktım. Bir keresinde belki hafta sonu gidiyordur artık gideceği yere diye düşünüp o soğukta Cumartesi sabahı sevimli kahramanlar izlemem gerekirken, kat kat giyinmiş minibüse binmiştim. Sonra okul durağında inip tekrar gelen minibüsle eve dönmüştüm. Yoktu. Yitirmiştim umudumu.

Bigün felaket hastalanmıştım, bademciklerim şişmiş, deli gibi titriyodum. Leş gibiydim. Annem ‘kalk giydireyim seni, doktora gidelim, iğne yapsın doktor da iyileş’ dedi. Korkmuyordum hiç iğneden o yüzden tehdit değil sağlığım için söylediğini gayet iyi biliyordum.
Yemek yiyemiyordum ıvır zıvır tüketiyordum hep. Evden çıkarken balık kraker vardı sebzeliğin üzerinde, onu attım cebe anneme fark ettirmeden.
Minibüs beklemeye koyulduk.
Bekle bekle gelmiyor, bekle allah bekle, bekle yavrum bekle AAAAAAAAĞĞ diye bağıracaktım ki göründü ufukta kayışını siktiğim.
Annem koltuk altlarımdan tutup atıverdi minibüsten içeri beni, sonra da kendi girdi. Ağır ağır gözlerimi süzdürürken minibüste arkaya doğru dönüp yürümemle, minibüsün sert freni yere kapaklanmama sebep oldu. ‘ığh ıhm ehe öhö’ diye canımın acısını belirtiyor yerde debeleniyordum sadece, yerden kalkmaya çalışırken bir el uzandı yukardan. OH MY FUCKIN GOD OHA SENSİN diyemedim ama çok demek isterdim.
Onun yüzünü görünce annemin arkamdan attığı çığlığı, havanın soğukluğunu hiç birşeyi görmez oldu gözüm. O’ydu ozan. O’ydu.  Patlak bmx lastiği gibi ‘FFFFFF’ edip yanına oturdum, annemde bi taraftan ‘iyi misin nasılsın iyi misin acıyo mu bi yerin acıyo mu ozan ozan ozan ozan’ diye 45lik plak gibi takılınca ‘YA ANNE OLTA ŞAMANDIRASI GİBİYİM YERE DEĞEMİYOM BİLE, Bİ ŞEYİM YOK DİZİM ACIDI O KADAR’ deyiverdim birden. Annem biraz bozulur gibi oldu, belertti gözlerini bana sonra önüne döndü gerçi.
Ben anneme öyle deyince kız gülmeye başladı. Teşekkür ettim ardından bende güldüm.
Keşke hep aynı minibüse binsek diye düşündüm. Bişey sunmam gerekti, elimi cebime atıp biraz ufalanmış balık krakeri açtım haşır huşur. Elimi içine daldırmadan direk ona uzattım.
‘teşekkür ederim’ deyip geri çevirdi teklifimi, güldü bi de.
Başka güldü, eskisi gibi gülmedi çünkü anlardım ben.
Nasıl güldü? Beğenmedi mi krakeri, birazcık ufalanmıştı yani niye güldü ki buna?
O andan sonra hiç birşey eskisi gibi değildi. Artık o aşkla baktığım kadının yerini kocaman bir hiç almıştı. Hiç. Sıfır.
Yiyecektin kızım o krakeri.
Zaten o günden sonra da bir daha görmedim kendisini. Adını da bilmiyorum. Sormadım. O da benim adımı bilmiyor. Bir tek, hangi gün çok dersimin olduğunu biliyor, bir de annemin beni kat kat giydirdiğini.
Yemedi orospu balık krakeri.
Minibüsten indikten sonra da fırlatıp attım yola doğru paketi.


Bir çocuğun ilk aşkı olacakken kocaman bir hiç oldun kahpe. Şimdi moruklamışsındır ama seni hiç unutmayacağım..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder