Öncelikle tekrar merhaba. Yıl olmuş görüşmeyeli.
Sanıldığının aksine abidik gubidik bi hikayeyle devam edeceğim kaldığım yerden.
Konuyla alakası yok ama grip falan olursanız ballı kış çayı için.
Geçen gece tam uykuyla
uyanıklık arasındaki o beynin en çok çalıştığını sandığımız (Bence öyle) anda
bi anımı hatırladım. Anıdan çok bi kadını. Sizlere ondan bahsedeceğim.
Selamın aleyküm. Tam
tarihi hatırlamıyorum ama okula henüz başladığım vakitlerdi. Kırtasiye
malzemelerini annemin aldığı, annemin hem anne hem de lojistik destek müdürü
olduğu, şeker yalamanın yavaş yavaş bittiği dönemler. Annemin hala elimden tuttuğu, okula onsuz
gitmediğim zamanlar. Evet tam olarak o dönemler.
Birgün cesaretimi
toplayıp ‘tek gitçem ben okula’ dedim babam çayını yudumlayıp, annem elmayı
soyarken. Evde bir western çalısı yuvarlanmadığı kalmıştı. Derin sessizlikten
sonra babam ‘iyi’ dedi.
Olley be diye
sevinirken annem ‘ben atarım seni minibüse’ dedi. Pek üzerinde durmadım, sonuç
olarak tek başına seyahat edecektim.
Sabah oldu.
Hava tam tabiriyle
yetimi gözünden sikiyor. Öyle bir soğuk. Sanırsın sivasın dağlarındayız.
İstanbul işte. İçime atlet üzerine ince uzun kollu sikimsonik bi içlik onun
üzerine boğazlı kazak, onun üzerine önlük, onun üzerine özenle ütülenmiş
yakalık, onun üzerine hırka, onun üzerine denizdeki duba gibi görünmemi
sağlayan bir mont.
Annem beni askere
uğurlar gibi el sallaya sallaya bindirdi minibüse. Nasıl sıkışık. Boyum yaşıma
oranla normal olduğu için sürekli bi göt darbesi yiyorum sağdan soldan. Sağa
gidiyorum göt, sola gidiyorum göt. Onlar bana vurdukça bende onlara kafa
atıyodum.
5-10 dakika sonra
boşaldı gibi oldu minibüs. Koltukları görmeye başlamıştım yavaş yavaş. Sonra
arkaya doğru bi adım atıp boş yer görme umuduyla sansar gibi kaldırdım başımı.
YÜCE RABBİM BU NE BÖYLE dedim içimden. Cam kenarında sarışın, şimdilerde kate
uptonla kıyaslayabileceğim bi güzellik. Kendime geldiğimde ‘hemen ilişmem
lazım’ hissi kapladı içimi. Napsam ne etsem diye düşünürken bi baktım yanında
kimse oturmuyor. Kız o kadar güzel ki kimse yakıştıramıyor kıza kendini zaar. O
zamandan kaldı sanırım benim bu gereksiz özgüvenim. Götleri yara yara kızın
yanına vardım. Darbe yemekten kıpkırmızı olmuştu suratım. Sırtımdaki çantayı
düzeltmeye çalışırken eliyle birden bana doğru uzanıp çantayı aldı kucağına,
‘gel bakalım’ dedi. Dedim ‘BİR DAHA SÖYLE’
Eblek eblek
gülümsüyodum kıza bakıp, ‘teşekkür ederim’ diyebildim sadece. İçimde kopan
fırtınalar destan yazardı muhakkak. Kelime haznem o kadardı. Bi de rica
ederim’i öğrenmiştim o zamanlar.
Okulda öğretmenler
odasına çay götürürken öğretmenler teşekkür ediyor ben de bişey değil diyordum.
Sonra yan sınıfın öğretmeni biri sana teşekkür ettiğinde ‘rica ederim’ deyip
gülümse dedi. O günden sonra öğrenmiştim onu da. Neyse.
Kızla yan yana otururken
bişey söylemem gerektiğini düşündüm, camdan dışarı bakıyordu. O bakarken
suratını inceledim. O zamanlar bişey ifade etmiyor ama geçen gün hatırlayınca
epey güzelmiş diyorum. Çıkık elmacık kemikleri, yerinde sade bi makyaj, sarı
saçlar, hafif çekik gözler, düğme gibi burun, kahve fincanı gibi ağzı. (neşet
ertaş’a tasfir için teşekkürler, hürmetler) velhasıl ‘şey ben alim mi çantamı
ağırdır o, çok ders varda bugün’ derken buldum kendimi.
‘naptın olm sen’ dedim,
pişman olmuştum, yerin dibine girmiştim. Ne demek ağırdır lan ne demek ağırdır
aciz mi o taşıyamaz mı, hakaret mi ettin naptın sen şimdi diye iç dünyamda
savaşırken ‘yok iyi böyle’ deyip makas aldı yanağımdan.
Kulağımda ANNIE ARE U
OKAY? Diyordu micheal jackson. Hangi cennetin hangi asma katındaydım, hangi
üzüm yaprağı düşüyordu parmak uçlarıma, hangi şarabın alamadığım tadıydı.
Yanaklarım kıpkırmızı
oldu. Utancımdan koltukta kağıt gibi süzülüp yere yuvarlancaktım. ‘ehe’
diyebildim ama sadece. Okul durağı gelince ‘ben geldim teşkür ederim’ deyip indim
minibüsten.
Tam bir öküz gibi.
İnsan bi elveda derdi. ‘keşke bi güle güle deseydin’ dedim kendi kendime. O
zamanların da ilk keşkesidir bu.
Onu gördükten sonra ne
ders dinliyordum ne adam akıllı bişey yiyip içebiliyordum.
Bir daha onu görür
müyüm umuduyla bindim hep minibüse. Hep aynı saatte çıktım. Bir keresinde belki
hafta sonu gidiyordur artık gideceği yere diye düşünüp o soğukta Cumartesi
sabahı sevimli kahramanlar izlemem gerekirken, kat kat giyinmiş minibüse
binmiştim. Sonra okul durağında inip tekrar gelen minibüsle eve dönmüştüm.
Yoktu. Yitirmiştim umudumu.
Bigün felaket
hastalanmıştım, bademciklerim şişmiş, deli gibi titriyodum. Leş gibiydim. Annem
‘kalk giydireyim seni, doktora gidelim, iğne yapsın doktor da iyileş’ dedi.
Korkmuyordum hiç iğneden o yüzden tehdit değil sağlığım için söylediğini gayet
iyi biliyordum.
Yemek yiyemiyordum ıvır
zıvır tüketiyordum hep. Evden çıkarken balık kraker vardı sebzeliğin üzerinde,
onu attım cebe anneme fark ettirmeden.
Minibüs beklemeye
koyulduk.
Bekle bekle gelmiyor,
bekle allah bekle, bekle yavrum bekle AAAAAAAAĞĞ diye bağıracaktım ki göründü
ufukta kayışını siktiğim.
Annem koltuk
altlarımdan tutup atıverdi minibüsten içeri beni, sonra da kendi girdi. Ağır
ağır gözlerimi süzdürürken minibüste arkaya doğru dönüp yürümemle, minibüsün
sert freni yere kapaklanmama sebep oldu. ‘ığh ıhm ehe öhö’ diye canımın acısını
belirtiyor yerde debeleniyordum sadece, yerden kalkmaya çalışırken bir el
uzandı yukardan. OH MY FUCKIN GOD OHA SENSİN diyemedim ama çok demek isterdim.
Onun yüzünü görünce
annemin arkamdan attığı çığlığı, havanın soğukluğunu hiç birşeyi görmez oldu
gözüm. O’ydu ozan. O’ydu. Patlak bmx
lastiği gibi ‘FFFFFF’ edip yanına oturdum, annemde bi taraftan ‘iyi misin
nasılsın iyi misin acıyo mu bi yerin acıyo mu ozan ozan ozan ozan’ diye 45lik
plak gibi takılınca ‘YA ANNE OLTA ŞAMANDIRASI GİBİYİM YERE DEĞEMİYOM BİLE, Bİ ŞEYİM
YOK DİZİM ACIDI O KADAR’ deyiverdim birden. Annem biraz bozulur gibi oldu,
belertti gözlerini bana sonra önüne döndü gerçi.
Ben anneme öyle deyince
kız gülmeye başladı. Teşekkür ettim ardından bende güldüm.
Keşke hep aynı minibüse
binsek diye düşündüm. Bişey sunmam gerekti, elimi cebime atıp biraz ufalanmış
balık krakeri açtım haşır huşur. Elimi içine daldırmadan direk ona uzattım.
‘teşekkür ederim’ deyip
geri çevirdi teklifimi, güldü bi de.
Başka güldü, eskisi
gibi gülmedi çünkü anlardım ben.
Nasıl güldü? Beğenmedi
mi krakeri, birazcık ufalanmıştı yani niye güldü ki buna?
O andan sonra hiç
birşey eskisi gibi değildi. Artık o aşkla baktığım kadının yerini kocaman bir
hiç almıştı. Hiç. Sıfır.
Yiyecektin kızım o
krakeri.
Zaten o günden sonra da
bir daha görmedim kendisini. Adını da bilmiyorum. Sormadım. O da benim adımı
bilmiyor. Bir tek, hangi gün çok dersimin olduğunu biliyor, bir de annemin beni
kat kat giydirdiğini.
Yemedi orospu balık
krakeri.
Minibüsten indikten
sonra da fırlatıp attım yola doğru paketi.
Bir çocuğun ilk aşkı
olacakken kocaman bir hiç oldun kahpe. Şimdi moruklamışsındır ama seni hiç
unutmayacağım..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder