12 Kasım 2011 Cumartesi

Kızıl Saç Takıntısı



Sene 1994
Yağmurlu bir ekim akşamı. El kadar bebe olmama rağmen, şiir yazasım geliyordu. dertlenip kendimi süte vuruyorum falan. Karşı komşumuzun kızı olan Rukiye o gün bizdeydi.
Çok severdik birbirimizi. Kardeş demiyelim de. Dost da değil aslında. Evet seviyordum ulan.
Fakat bunu ona söyleyemiyordum. Oyun hamurlarıyla oynuyorduk, lego yapıyorduk. Atari oynuyorduk. Her şey gayet güzeldi. Ona açılmamam için bir sebep yoktu. rukiye Saat 18:00 ı gösterdiğinde, Kül kedisi misali paldır küldür çıktı evden. Rukiye’nin bu, sert çıkışını gören babam, Birden üzerime gelmeye başladı.
“ne yaptın  lan kıza eşşoleşşek?”.. babam sinirlenmişti. Onun bana doğru attığı her adımda, ben bir parmak boyunda koyun misali sıçıyordum. Derimi yüzecekti kesin. Karşı karşıya gelmiştik. Biraz düşük bir ses tonuyla “az medeni ol ayı, kız kaçar tabi. “
Babamın bu söyledikleri şok etkisi yarattı. Normalde kızılcık sopasıyla imanımı s.kmesi gerekiyordu.

Rukiye 1.50 boyunca, alımlı mı alımlı, ela gözleri ve kıpkızıl saçıyla mahallenin tozunu attırıp diğer kızların dibini düşüren bir tipti. Geçtiği her sokakta çocukların salyasını akıtıyor,yerlere düşüyorlardı. Rukiye yüzünden hepsi köpek muamelesi görüyordu mahallede. Annemin kazım’a mama verdiğini hatırlarım. Neyse.
Ben o kadar yüz vermezdim. “bilmem!?” belki de bu yönümü sevmişti Rukiye. Kadir inanır tarzı seviyordu sanırım. “evet oğlum! Bu yolda devam et!” diye kendimi gazlıyordum.

Yine yağmurlu bir cumartesi sabahı. Rukiye o kızıl saçlarıyla dışarı çıkmış, bakkala yumiyum almaya gidiyordu. Koşarak çıktım ardından. Ben ısmarlayacaktım çünkü. Rukiye beni gördüğünde suratı değişti. Tosardı, yüzünü buruşturdu. Muşmula gibi bişe olmuştu.
“Seni sevdiğimi mi düşünüyosun he? Aptal şey, gitte kibritten ev yap sen. Pis ıyy” diyerek beni aşağılamıştı. Moralim çok bozulmuştu. Yer gök ağlıyordu halime. Melekler bile ağlıyordu. Bu efsane gibi bir ruh hali yaşarken,
Mahalledeki “öküz kazım” dan bahsetmiştim [bkz: insanlıktan çıkmak]. O çıktı karşımıza,
Göz bebeklerim büyümüştü. Çok sevinçliydim. Hain bir plan peşindeydim.
Çağırdım hemen kazım’ı.
“kazım olum koş lan koş. Bişe dicem sana!”
Kazım’ın koşuşu görmeniz lazımdı. “ığaaaarrr” diyerek bağırıyor. Mahalledeki tüm konu komşuyu tepemize topluyordu. Savaş vardı sanki a.ına koyım. Gladyatör gibi imansız. Mahallede ne kadar kedi köpek var hepsini boğarak öldürmüştü.”allah’ı olan z.ksin beni.. kankam beni çağırıyoooor” diyerek geldi yanıma.
“kazım biliyomusun anlam veremiyorum bazen sana. Hatta sana komple anlam veremiyorum. Sen git yeniden doğ.”
Kazım gülüyordu. Çok geçmeden planı anlatmaya başladım. Rukiye’yi seven tek ben değildim. Bizim ayı’da seviyordu onu. Hemde “öküz” gibi.
“plan şu kazım, fısfısfısısıfısfısfsf…” her şeyi anlatmıştım. Kazım “okay”i verdi.

Artık geriye kalan tek şey beklemekti. Eve girdim. Mahalleye bakan camın yanına oturdum.
“o kızıl saçlarına doyamadım gülüüüm” varii düşüncelere dalmış gidiyordum.
Sokağın başında Rukiye göründü. Güneş batmak üzereydi. Kazım casio saatini kontrol etti ve start başladı.
“Allah Allah” nidalarıyla rukiye’ye doğru koşuyordu. Bunu gören Rukiye cebindeki gözlüğünü çıkarmış kazım’ı bekliyordu. O zamanlarda yaygın olan tek şey “gözlüklü insana vurulmaz, vurursan hapis yatarsın” safsatasıydı. Kazım gözlük dinler mi?
O koca elini gerdirerek yapıştırdı rukiye’nin suratına. Hayvan herif s.kti kızın anasını.
Rukiye bayılmıştı. Plan güzel işliyordu.
Kazım tuttuğu gibi rukiye’nin saçları tam sürükleyecekti ki.. saçları elinde kaldı. Evet Rukiye bunca yıldır annesinin peruğuyla bizi yemiş. Kazım aptallaşmıştı. Trol gibi bakıyordu sağına soluna. Çöktü dizlerinin üzerine. Saçları kokladı ve şu cümlelerle son buldu her şey
“rukiyeeee, seni sevdiydim. Kızıl saçlarını sevdiydim. Seni sevecektim. Beni sevmedin rukiyee”..

Çok duyguluydu. Ağlıyordum. Çok sürmedi. Kazım geldi ataride  mario’yu oynayıp prensesi kurtardık. Televizyonun tüpü azaldığından prensesin saçı kızıldı. Bizi cezbeden hep bu olmuştu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder