14 şubat 2008
Güzel bir şubat sabahı.. hava hafif kasvetli(severim
kasvetli havaları) yağmur inceden sürttürüyor. Yavuklum hülya aradı.
h-“bebeeeeeem. Nerdesaaan?”
-“ananınkindeyaaaaam.” Diyemedim tabii.
Ben-“gözlerimi senin sesinle aralamak hayata.. günaydın
bitanem.”
h-“ayyy senin o gözlerini yerim”
ben-“hadi kalk gel kahvaltı edelim”
h-“yaa bebişim candan’a uğrayıp öyle gelsem olur muuaa?”
ben-“tamam hayatım. Bende o zamana kadar hazırlarım
kahvaltıyı.”
Telefonu kapattı. Geri sayım başlamıştı. Eğer istediği gibi
bir masa bulamazsa ırzıma geçer imanımı sikerdi. Ben öyle aristokrat büyümedim
ki amına koyım. Ne anlarım masa düzeninden, çatalın, peçetenin nereye konulacağından!
Gelmesine 10dk kala arayacaktı beni. Ben ise her şeyi
hazırlamış posta gazetesinin en son sayfasındaki “İsviçreli bilim adamları yine
ne bulmuş?” bölümünü okuyordum.
Çayda mis gibi olmuştu be. Ama haspam cıngıllı meyve
sularından içiyordu. Rengarenk yapıyordu onları falan.
“İsviçreli bilim adamları yumurtadan nakledilen genle kare
yumurta yapacaklarmış.”
Bu haber dikkatimi çekti ve “şöyle sucuklu yumurta olsa da
yesek” dedim. Kalktığım gibi çaktım iki yumurtayı. Tereyağı da koydum. Tam bir
şölen(benim için).
Gelmesine az kalmıştı. Hülya gelene kadar dumanı gitmezdi
yumurtanın. Tekrar gazeteye döndüm. Yine arka sayfada “Karadeniz bölgesinde kuş
dili” adlı manşeti gördüm.
Yine bir şeyler çağrıştırdı. “evet evet.. mıhlama. Mıhlama
yapmalıydım” koştuğum gibi mutfağa. Erittim peynirleri tereyağını yaktım
üzerine.. off yeme de yanında yat. Kapı çaldı.
Gelen hülya idi. “Hayatım arıcaktın hani?” dediğimde.
“amaaan sende kaçıncı yüzyıldayız sanki?” dedi. Anlam veremedim. Zekice bir şey
söylediğini zannetti sanırım.
Dış kapıdan salona kadar olan koridor toplam 10 adımdı.
Birden hülya’nın tereyağına karşı olan alerjisi geldi aklıma. “ananııııı..
şimdi sıçtın oğlum. Boku yediğinin resmidir.” Hülya sanki slow motion yürüyordu
koridorda. Birinci adım ikinci adım. Bende arkada omuzları devrik, gözleri
karşı pencereye bakan mazlum bir adam. Şiir gibiydi şimdilik her şey. 3 adım
sonra tereyağı kokusuyla beraber gelecek olan bağrışma agatha christie romanlarından
farksız kılacaktı şimdiki “ben”i.
Tick tock tick tock
“hayııııııııırrr.. kusucam evet.. evet kusucam böğğğğğğğrk”.
Kendini sağa sola vuruyor, önüne geleni yere fırlatıyordu.
Evet bu bir Vietnam savaşıydı. Ben o klişe fotoğraftaki,
tankın önünde duran adam!
“Allah senin belanı vermesin Sinan tağammmıııı!?” dedi hülya
üzerime gelerek. Gremlin gibiydi tipsiz iğrenç bişey olmuştu kusa kusa. Bir an
insan olduğumu unutmuş. Gururumun olduğunu hatırlamıştım. Erkekliğimi göstermem
gerekti! Hem evim mahvolmuştu hem de gremlin bir sevgilim vardı. Buna
katlanamazdım.
“cevap be adi herif. Alerjimin olduğunu bilmiyomusun he?
Pislik!!”
Sakin değildim. Evin a.ına koymuştu çünkü. Daha da kötüsü
baba yadigarı kameramı kırmıştı.
Odunum vardı kilerde. Evet bildiğin odun. Koşarak aldım
odunu ve ardından banyoya yöneldim. Bir güzel ıslattım odunu. “the punisher”
gibi dikildim karşısına. Göz bebekleri büyüdü hülya’nın “bokunu yiyim Sinan.
Bokunu yiyim yapma”
“ona da alerjin vardır senin mını z.ktimin yosması. Hayatımı
siktin hayatımı. İki kuruşluk keyfim var burada lan. Götümden kan aldın
yıllarca. Senin yüzünden tereyağına hasret kaldım. Annemin köyden yolladığı
tereyağlarını heykel yapmak için kullanıyorum. Zarureten sanat edindim lan
senin yüzünden. Iğaaaarrrr” diyerek ıslak odunu geçirdim başına.
Hülya ölmüştü. Amele sümüğü gibi yapışmıştı laminant
parkeye. Jilet paklardı onu artık.
Nedim abi geldi gürültüye. “Bu ne lan? Noluyo burada?”
diyerek bir güzel o da kustu salonun ortasına. Onu da öldürdüm. Şimdi
hapisteyim ve öğrendiğim tek şey şu oldu yaşananlardan sonra.
13 şubat gecesi kafamı doğuya vererek yatıcam ki
Sevgililer gününe ilk kafam girsin.
Çok güzel yazılar. Bunları kitap yap ta, satın alalım. Evde kendi kendimize kafa ütüleriz.
YanıtlaSilŞaka yaptım. Gerçekten beğendim. Kapasiteni biliyordum da. Şu gaddarlıklıkla ilgili bölüme bayıldım.
İhsan Kayhan Foça İzmir.